Ana içeriğe atla

Kayıtlar

#kalemim etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Öğreten Öğretmen Olmak

 “Büyüyünce ne olmak istersin?”sorusuna büyüdüğümde verdiğim cevap yine aynı: Öğreten olmak istiyorum. Bu isteği yüreğime düşüren kişilerden bahsetmek istedim bu yazımda sizlere. Küçük yerin büyük insanlarından, hatta benim küçük dünyamın büyülü insanlarından. Hani gördüğünüzde gayriihtiyari yüzünüze bir tebessüm yayılır ya,  huzur denildiğinde, güven denildiğinde aklınıza gelen isimler vardır ya hani… Hayatınızda bulunduğu süreden ziyade, hayatınıza kattığı güzellikler yaşadığınız sürece devam eder ya hani… İşte o insanlara denk geldiğimde, büyük denmeyecek kadar küçüktüm. Ortaokul yıllarında ilçedeki okulumuza biri din kültürü ve ahlâk bilgisi, biri tarih öğretmeni olan karı koca, iki güzel insan atanmıştı. Onlar için belki bir sürgün göreviydi burası ama bizim için yüreğimize yakılan nevruz ateşiydi. Eğitimcilerin; bir insanın şekillenmesinde, donanımlı olmasında, karakterinin oluşmasında ailesi kadar önemli bir rol oynadığına birebir şahit olmuştum. Öğre...

Sen Yoksan Bir Eksiğiz

Sekiz yıl kadar önceydi. Çocuklarımın yaz tatilini en verimli şekilde geçirmesini istiyordum. Önceki senelerde gönderdiğim yerlerden verim alamamıştım. Bir arkadaşımın tavsiyesi ile Anadolu Gençlik Derneğinin Yaz Etkinliği programına katıldılar. Her sene düzenlenen ve sadece Kur’an değil aynı zamanda akait, siyer, ahlâk ve maneviyat dersleri; oyun, piknik, eğlence... O zaman anladım ki çocuklara hangi konuda eğitim vermek isterseniz isteyin önce sevip sevdireceksiniz. Burada çalışan insanlar Allah rızası için gönüllü çalışan insanlardı. Böyle güzel bir toplulukla tanışmış olmak ve onların arasına katılmak çok mutlu etmişti beni. Şimdi çocuklarım üniversitede ve yaz tatilinde Yaz Etkinliği için gönüllü çalışmak istediklerini söylediklerinde mutluluktan gözlerim doldu. Kur’an-ı Kerim’i öğrendiklerinde, Kur’an ahlakı ile ahlaklandıklarında ve bunu içselleştirdiklerinde meslekleri her ne olursa olsun, kazandığı kişilik ile daha güzel insan olacaklar. Ne için okuduğunu bilen bir...

Öfkemizi Diri Tutalım

Öfkemizi diri tutalım! Yüreğimize ateş salıyor şehit çocukların haberleri. Dilimize dahi almak istemedigimiz bu kelime, yüreğimizi yakıp geçiyor maalesef. Aylardır devam eden zulmün arkasından milyonlarca masum anne ve çocuk şehit oldu. İnsanlıktan nasip almamış, lanetlenmiş bir kavim olan Siyonist Yahudilerin zulmünün zirve yaptığı zamanlara şahitlik ediyoruz. Sözün bittiği yerdeyiz ve içimizde avaz avaz bağıran vicdanımız artık susmuyor. “Yeter artık! Söz bitti, şimdi eylem zamanı!” diye haykırmaya başladı ve ayağa kalktı insanlar. Onlarda farkına vardı, Siyonizm’in nasıl bir veba olduğunu! Bugün Filistin'e, Yemen’e bu zulmü yapanın, yarın istediği her yere aynı şekilde zulüm yapacağını. Farkına vardı insanlar, insan haklarının sadece kâğıt üzerinde olduğunun. Bütün özgürlük ve adalet yasalarının sadece onların istediği gibi olduğuna. Savaş suçlarında yapılacak tüm ihlallerin yapıldığına. İnsanların bedeninden organlarının çalındığına. Çocukların kaçırılıp nelere ...

Başaracağız, Başarmak Zorundayız...

İsrail terör devletinin zulmüne karşı yaşamaya çalışan, özgürlükleri için direnen Filistinli kardeşlerimin acılarına şahit olarak büyüdüm. Ben büyüdükçe zulmün boyutu da benimle birlikte büyüdü. Zulüm büyüdükçe, Filistin toprakları küçüldü. Daima derdim oldu, dört bir yanı zalimlerle çevrilmiş, kendi topraklarında esir, kendi ülkelerinde mahkûm olan Filistinli kardeşlerim ve gözümün nuru Mescid-i Aksa… Arsız, yüzsüz, zalim İsrail terör devleti bütün aymazlığı ve vicdansızlığı ile zulmünü daha da arttırdı. Öyle ki bunu aleni yapmaya başladı. Değişen çok şeyler oldu Filistin’le birlikte. Birçok Müslüman ülkede de farklı zalimlerin zulümleri başladı. Suriye’deki kardeşlerimiz, Myanmar’daki, Irak’taki, Libya’daki, Doğu Türkistan’daki... zalimin ismi değişti ama mazlumlar hep Müslümanlar olmaya devam etti. Vicdansızlıkları beşikteki bebeğe kadar, hamile kadına kadar, canlı yayında babasının kucağındaki çocuğu öldürmeye kadar devam etti. Değişmeyen ise kızmak ve kınamak oldu. Göz...

Filistin'den Mektup

Farklı coğrafyaların, farklı iklimlerin ve kültürlerin insanlarıyız. Sizin yüzünüzü okşayan rüzgar, esintisini dağların serinliğinden alıyor belki... Her sabah perdenizi büyük bir umutla aralıyor, güneşin sıcaklığını yüzünüzde hissediyorsunuz. Çocuklarınızı şefkatle öperek uyandırıyor. Eşinizi işe dualarla uğurluyor ve muhabbetini sevdiğiniz kişilerle kahve yudumluyor, sonra gündelik telaşlara dalıyorsunuz. Kaygılarınızı, tasalarınızı, arzularınızı umutlarınıza sarıyor ve geleceğe dair hayaller kuruyorsunuz. Evinize, arabanıza, komşuluk ilişkilerinize itana gösteriyor, sofranızı en güzel yemeklerle donatmaktan zevk alıyorsunuz. Bir telaş içerisinde geçiyor hayatınız, değil mi? Günler su gibi akıp gidiyor. En sevdiğiniz baş örtüsünü en sevdiğiniz çantanızla kombin yapıyorsunuz. En sevdiğiniz futbol takımının formasını alıyor, maçlarını kaçırmıyorsunuz. Ne güzel, sizin adınıza ben bundan mutlu oldum. Umarım bunca nimetin şükrünü eda edebilirsiniz. Ve umarım bu alı...

TAVRıMıZ NET OLMALI

Kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olarak kalınabilir mi? Ya da iyi bir Müslüman, kötü bir dünyanın şartlarını sineye çekerek yaşıyorsa hâlâ iyi bir Müslüman olarak yaşamakta olduğunu savunabilir mi? Bu soruyu ben değil, Allah’ın rahmeti üzerine olsun, Rasim Özdenören soruyor, “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” adlı kitabında. Uzun zaman önce okuduğum ve yeniden okumaya ihtiyaç duyduğum Rasim Özdenören mutlaka okunması gereken bir Müslüman düşünür ve yazar. Evet, Asr-ı saadet Müslümanlarının yaşadığı devir günümüzden daha iyi değildi. Ama şimdiki Müslümanca tavırla o zamanki Müslümanca tavır arasındaki fark, kıyas kabul etmez. “Asr-ı saadette kötü bir dünyada yaşayan Müslümanlar, kendilerini o dünyanın kötülüklerini sineye çekmek zorunda hissetmemişlerdi. Tersine kötü bir dünyada yaşadıklarının bilincinde olarak kötülüklerle mücadele etmişler, bu yüzden kötü bir dünyada yaşamış olmalarına rağmen iyi birer Müslüman olarak kalabilmişlerdir.” Bu devirde Müslümanlar ya dünya...

Orda Bir Köy Var Uzakta

Dilimde çocukluğuma dair bir türküyle  uyandım bu sabah.  Bu sabah bu türküyü söylerken hissettiklerimi bir sayfaya aktarıp yollamak istedim pulsuz zarfla.  Sen de bilirsin pulsuz zarfın elden ele ulaştırılan mektuplar olduğunu. “Orda bir köy var, uzakta O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür.” Herhalde bu türküyü bilmeyen yoktur. O uzaktaki köyde gezmesek de, tozmasak da, kalmasak da o köy bizim köyümüzdür! Böyle söyleyerek büyüdük, büyütüldük ve anladık ki aslında hiç de öyle değil! Gitmek için zaman ayıramadığımız, emek verip görmediğimiz, kalmak için can atmadığımız köy, kasaba sadece sözde bizim oluyor. Bir güzel söz var bizim buralarda. “Kuru kuru gadanı alıyım, takır takır kurban oluyum.” derler, hiç emek vermeden sadece laf kalabalığı yapanlara.  Bizim olduğunu iddia ettiğimiz her şeye emek vermeliyiz, hatıralarımızda yer ayırmalı, bizim olana dair anılar biriktirmeli, biriktirdiklerimizi sevdiklerimizle paylaşmalı...

Hicret Edelim Buradan

Hicret edelim buradan! Oksijeni azalmış bu plastik topluluktan... Üzerimize serpilmiş ölü toprağını silkeleyerek hicret edelim. Menzilimiz Rabb’imizin rızası olsun. Uzlete çekilelim kendi içimize ve bizi anlamayan insanların içinde sığınacağımız bir Hira’mız olsun. Sonra yol arkadaşları için dua edelim Rabb’imize, sıddık olan yol arkadaşları için. Fetih için hazırlık yapalım sonra da. Öyle bir fetih ki topla tüfekle değil; sevgiyle, kardeşlikle, muhabbetle kurtuluşun muştusunu veren...  Müslüman kardeşlerimizin yüreklerini serinleten, avuçlardaki tohumları toprağa serpen...  Öyle bir hicret ki geçirsin bizi kibirlerimizden, arzularımızdan, hevâ ve heveslerimizden. Nefislerimizden geçip kendimize geleceğimiz bir hicret... İnanıyorum biz kendimizi düzelttikçe, derdi ümmet olan insanlarla yoldaş edecek Rabb’imiz bizi. Daha güzel diyarlara hicret edeceğiz ve fetih için yeniden geleceğiz. Bosna’ya uğrayacağız giderken, Afganistan’a, Çeçenistan’a, Doğu Türkistan’a... Sil...

Farkında Olarak Yaşamak

Ömrünün yarısını kendi dünya telaşıyla geçirmiş  bir kardeşiniz olarak yazıyorum sizlere. Huzurun ne olduğunu geç de olsa fark etmiş bir kardeşiniz olarak...  Daha önce kendi zevkleriyle ve kendi dertleriyle, eskimeden yenilemeyi düşündüğü eşyalarıyla meşgul olan bir insandım. “Ne alalım, ne yiyelim, nereye gidelim?” derdiydi derdim. Sınırsız istek ve ihtiyaçların, bitmek bilmeyen alışverişin rüzgarına kapılmış bir insan! İnanın bana, nasıl bir ortamda olursanız bir süre sonra siz de o hâl üzere yaşıyorsunuz. Dünyayı sadece benim hayatımdan, benim dertlerimden ibaret sanıyordum... Sadece benim yaşadığım mahalleden ve  gördüğüm insanlardan ibaret... Şahit olduğum öyle evler, öyle siteler, öyle devre mülkler var ki, yan komşusundan bihaber. Bulunduğum çevre genelde benim gibi olan insanlarla dolu ve büyük yanılgı işte tam burada başlıyor. Her şeyi gördüğümüz, yaşadığımız çevreden ibaret sanıyoruz. Farklı mahallelere gitmediğimiz için görülmez, suni duvarla...

Ikra! Oku!

Okumak bir derya, uçsuz bucaksız bir okyanus, içinde binbir başka dünya ve güzellikler barındıran. Okumak insanın kendi ile hallenmesine vesile olan bir sevda, bir aşk... Okumak bilmedigin dünyalara açılan gizli bir kapı, kapıyı açan bir anahtar. Okumak kazanılan alışkanlıklardan ve insanın içindeki hali olumlu anlamda arttıran bir haslet. Ölü yüreklere bir nevi ab-ı hayat... İnsan alışkanlıklarıyla var olan, alışkanlıklarına binaen değer kazanan Eşref-i mahluktur. N e kadar güzel alışkanlık varsa, karekter o kadar güzeldir. Okumaktan bihaber ne bakışlar huzur verir nede bu yürekler mesken edilir. Okumak sadece eline aldığın çok satanlar listesinde ki romanlardan yada okuduğun bir dergiden ibaret değildir. İnsanı, tabiatı, kainatı, bir yüreğin atışındaki muhabbeti, bakışındaki merhameti okumak. Evvela okumaktan zevk almak. İnsanın bütün tecrübeleri yaşayarak ögrenmesi imkansız, tecrübeleri güzel bir kalemden okumakta, yaşamak kadar öğreticidir. Okumakla h anemizden, bir pen...

Akran Zorbalığı

Hayatımızda var olan yanlışların içimizde uyandırdığı huzursuzluktan sonra bir çözüm yolu arıyoruz. Sorunumuzu fark edip kabul ettiğimizde de kendi iç dünyamız ile yüzleşmeye başlıyoruz. En azından ben öyle yapıyorum :) Kendimle birlikte size de sormak istiyorum, hayatımızda yaşadığımız, içimizde huzursuz olmamıza sebep olan nedenler nelerdir hiç düşündünüz mü? Bir çok olumlu ya da olumsuz davranışa maruz kaldığımız ve son zamanlarda artan akran zorbalığı da yadsınamaz bir gerçek. Her çağda olan ama günümüzde bariz bir şekilde artan akran zorbalığının sebepleri, çözüm yolları benim uzmanlık alanım değil. Ama biliyorum ki bunun yaşı yok inanın, ilkokulda da var, üniversitede de, hatta iş hayatında da. Ben bunu, kişisel gelişimini tamamlamamış insanların kendini ifade edememe biçimi diye tanımlıyorum.  Karakter oluşumunda, yaşadığı olumsuzlukların kendinde ciddi  sorun oluşturduğunu kabul eden kişi, çözüm üretiyor.  Yaşanan her problem kaçınılmaz bir şekilde...

Ruhlar Âleminden Aşinayız

Ruhlar Âleminden Aşinayız  Sevgiyi aramıza düşüren, bizlerin kalbini birbirine ısındıran Rabb’imizin bir ayeti ile başlamak istedim. " (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir." (Enfâl/63) Rabbimiz bizlere ruh eşlerimizle huzur vermiş, bizleri birbirimize deva kılmıştır. Bir çok ismi vardır bu huzurun. Bazen sıddık , bazen şems, bazen dost, yâr olur, yâren olur, yol olur, yoldaş olur. Bazen akran, bazen adaş, bazen arkadaş, bazen de sırlandığın sırdaş. İsmi değişse de hissettiğin duygu pek değişmez.  Yıllar geçmiş olsa da  içinize attığınız ama içinizden atmadığınız, bir tebessümle hatırladığınız,  bir dua ile uğurladığınız insanlar vardır. Zamanla görmek isteyip göremesen de, gitmek isteyip gidemesen de değişmeyen tek şey içinizdeki özlemdir. Mühim olan hissetmektir yüreğinde...

Zulme Uğrayan Tesettür

Tesettür üzerine yazmak geldi içimden ve bildiğimden ziyade, bilmediğim başka şeyler var mı diye araştırmak istedim! İnternete tesettür diye yazdığınızda ünlü ya da ünsüz birçok giyim markası çıkarken, asıl aradığım kavramla ilgili bir başlık bulamamak hiçte şaşırtmadı beni. Algı yönetimi ile ilgili okuduğum kitaptan sonra işte bu ( algı ) dedim kendi kendime...  Nur suresinde Rabbimiz “Mümin erkeklere ve kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar” derken devamında hanımlara “Dışarıda kalanlardan başka ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar.” derken gözleri haramdan sakınmakla başlayan tesettür ayeti nasılda  bakışları üzerine çekmek çabasına dönüştüğünü gördüm tesettür adı altında satılan kıyafetlerde!  Tesettürü moda haline getirenleri gördükçe, onun için yıllarca mücadele edenlerin, uğrunda hayallerinden  vazgeçmiş olmaların acısı daha da kamçılandı içimde. Seksenlerde çocuk olsa...

Tüketirken Tükeniyoruz...

Konsantre edilmiş hayatları tüketip, sindirme derdindeyiz artık… Ne uzun uzun okumalarımız, ne doya doya bakmalarımız, ne de sabırla sevmelerimiz var artık. Başlamadan biten bir yığın muhabbetin, savaşmadan kaybeden kahramanları olduk. Tenezzül etmez olduk bir başka dünyanın mutluluğu ile hallenmeye, ya da derdiyle dertlenmeye. Görme isteğinden ziyade, bakmadan galeriye yığılmış yüzlerce resim, rehberde simaları hatırlanmayan onlarca isim! Biriktirme hastalığının bulunmaz çaresizliği, birebir yaşadığımız çelişki. İhtiyaç olduğundan değil, alma hastalığına yakalanmanın sahipsiz reçetesi, dolanıyor elden ele. Ve kimse sahip çıkmıyor bu hale! Sayısını veya neye ihtiyacı olduğunu bilememek değil sorun; israfın boyutunun aşmışlığı, günden güne ilerliyor ve herkes tutumlu sanıyor kendini, bu alışveriş çılgınlığı içinde. Hayır! Bu ahir zaman hastalığından ziyade, ayaklarımızın altına kasıtlı döşenmiş israf tuzağı. Sefer tası gibi evleri saray yapma telaşı veya sadelik hissini yaka...

Selam olsun Şehitlere...

Ezgiler vardır hani dilimiz ile değil de içimizle söylediğimiz. Bize özümüzü anlatan,  sözümüzü hatırlatan ve yüreğimizi sızlatan ezgiler. Şu an o ezgilerden biri yankılanıyor içimde; “Kara gözlerinde mahmurca gülüş. Gayrı uyanılmaz uykunda mısın? Kanın cemre gibi toprağa düşmüş. Şehadet yolunun ufkunda mısın? Çizgilerle dolu ellerin yüzün. Otuzunda mısın kırkında mısın? Bizi yalnız koyup göğe süzüldün. Acın dayanılmaz farkında mısın?” Bu duyguyu bildiğinizi düşünüyorum. Bizim imanımızın ve inancımızın, temeli hak ve batıl savaşında “şahit ol ve şehadet nasip et Ya Rabbî.” dediğimiz işte tam olarak bu, Allah yolunda canını ortaya koymak. İslam davası uğruna kendisine bahşedilmiş en büyük nimetlerden biri olan hayatını ortaya koymak, Allah rızası için canından vazgeçmenin ötesinde daha büyük bir fedakârlık düşünülemez. Bu sebeple İslam’da şehitler oldukça müstesna bir yere sahip olup oldukça büyük faziletlere sahiptirler. Şehid olmak, şahid olmak kelimesi ...

Kalplerin Fethi...

Mekke’nin fethi; y ıllarca uyutulmaya çalışılan  ümmetin, unutturulmaya çalışılan manevi duruşun, geçmişini hatırlatmak için bir çağrısıdır. Özüne dönmenin, kendi kimliğini kaybedenlerin yolunu bulması için yakılan küçük bir çıra, bir kelebeğin kanat çırpışı, sonrasında yüreklerde kopacak olan fırtınaların başlanğıcıdır. Yıllarca ecnebi adetleri ile hipnoz edilen Müslüman milletin yüreğine serpilen bir avuç sudur. Bu unutulan manevi değerleri hatırlatma çağrısıdır. Allah rızası için yapılan  fetih şöleni, miladi takvimlerin yenileneceği zaman dilimine, şuurlu bir şekilde girmek için var gücümüzle silkelenmek, belki bir çocuğu bu bilinçle büyütüp, kendi kimliğini hatırlatma çabasıdır. Mekke’nin fethi demek batılın geleneklerine, kutlamalarına hayır demek, safını belli etmektir. Biz yıl başı kutlamıyoruz, fetih kutluyoruz. Bugün bizim için Mekke’nin Fethi. Biz Müslümanız elhamdülillah demek ve bunu bütün insanlığa göstermek için bir gayrettir. Mekke şehirlerin ana...

Rahmetle Yadettiklerim...

Özlemle, tebessümle  ve çoğu zaman gözlerimde damlamaya hazır kocaman yaşlarla anımsadığım anılarım var elbette. Ah o yüreğimizde yeri hiç eskimeyen anılar... Çocukluğumdan hatırladığım, rahmetlik anneannemin her gece bize anlattığı yaşanmış hayat hikayeleri, kıssalar ve onlardan çıkarmamız gereken hisseler. Bazen komik bir hatıra, bazen çocukluğunda yaşadığı anı, sonrasında bize ezber yaptırdığı dualar , ki bunun kiymetine çok sonraları vardık. Sıra sıra islim edilmiş erik gibi dizilirdik yer döşeği ve yün yorganın altına, kış aylarını anımsıyorum sobanın şavkı vururdu tavana ve anlatılan hikayeler canlanırdı alevin yansıyan kızıllığında. Hikayeye göre sesinin zaman zaman yumuşadığını, korkulu bir şey anlattığında saçlarımızı okşadığını ve sonunda hepimizi koklayarak öptüğünü hiç unutmadım. Hayatın monotonluğunu güzelleştiren şeylerdi bunlar, her gece yarısı namaz kıldığını hatırlıyorum sokak lambasının aydınlattığı odada, dudakların da bitmeyen zikir vardı ve dua... Özenle...

Ağaç Ev Sohbetleri 121

Okumak için bir araya gelen insanlar olduğu gibi yazmak için de bir araya gelen insanlar varmış.  Buna denk gelmenin mutluluğunu yaşıyorum şu sıralar.  Bu haftaki Ağaç Ev Sohbetleri 121. konu yine güzel şeyler yazmaya teşvik edici. Elinde olsa okuduğun kitaplardan ya da izlediğin filmlerden  bir bölümünü değiştirmen mümkün olsa ?  Sonunu yada bir bölümünü değiştirmek isterdim bazı severek okuduğum kitapların ve  izlediğim filmlerin. Ama biliyorum ki ozaman verilmek istenen mesaj belkide o kadar etkili olmazdı.  Okuduklarımdan aklıma ilk gelen,  beni çok etkileyen , hala üzerimde etkisi olan ve bir çoğunuzun okumuş olduğunu düşündüğüm Ömer Seyfettin'in "kaşağı öyküsü" geldi.  Değiştirmek isterdim elbette "kardeşinin dayak yemesine dayanamayan Kahraman babasına her şeyi itiraf eder. Babasının ayaklarına kapanıp ben yaptım "der.   Ama biliyorum ki hikaye benim istediğim gibi olsa yalan söylemenin , iftira atmanın, vicdan azabının ne kadar k...

Gökyüzü gökyüzüm...

Gökyüzü gökyüzüm... Gördüğüm uçsuz bucaksız mavilik İçime düşen her şey bir sen meselesi! Bir ay doğumuna vurulmuş,  Bir yıldız kaymasına bağlamışım umudumu! Tutarsa diye dilekler tutmuşum sana dair. Gökyüzü gökyüzüm... Bir yaşama hevesi içimdeki savaştığım, barıştığım, çeliştiğim, çekiştiğim, kazandıkça kaybettiğim... Hep toplanıp gelme isteği ve gelememe çaresizliği. Yolumu kaybetme korkusu yaşamadan, yanılmadan, yorulmadan... Seni bulmak, senle olmak isteği... Gökyüzü gökyüzüm... Umudun aydınlattığı dünyam sen ol istiyorum. Sen doğ gecelerime, sen düş hecelerime.  Sende başlayıp sende biteyim, senden gelip sana  gideyim. Kaybettiğim her şeyi sende bulayım. Sen de tamam ol, ben de. Sana doğan güneş beni aydınlatsın. Seninle sabahladığım geceler ömrüme ömür katsın. Yaşadığım gel gitler senle bitsin istiyorum.  Geleyim ve bir daha gidecek bir yer kalmasın. Gökyüzü gökyüzüm... Cemrem sen ol, sen düş düşlerime. Hasretimin vuslatı sende son bulsun...

Gidebilsem...

Geçmiş zaman içinde, gitme imkanınız olsa, gitmek istediğiniz yerler vardır mutlaka! Beni uzun uzun düşündüren bu fikir sizlerinde düşündürsün istedim. Siz nereye, hangi zamana gitmek isterdiniz?¿ Gidebileceğim bir zaman dilimi olsa Hz. İbrahim'in Hz.Hacer'i ve  İsmail'i çölün ortasında bıraktığında, Hz.Hacer'in "bunu sana rabbim mi emretti" dedikten sonraki teslimiyetini görmek isterdim. Çaresizce Safa ve Merve arasında koştuğu o anda yanına gitmek ve evet Allah sizi zai etmez diyerek ona destek olmak isterdim. Zemzemin isim annesinin dostu olmak isterdim. Hz. Meryem'in en zor anında insanların onu dışladığı ve iffetsizlikle suçladığı anda yanında olmak , Hz. İsa'yı kundağa sarmak isterdim. Ömrümü onlara adamak ve sen iffetli bir kadınsın ben sana inanıyorum ve senin Rabbine iman ediyorum demek isterdim. Kundaktaki bebeğin sözlerine şahit olmak isterdim " Doğduğum gün, öleceğim gün ve yeniden hayata döndürüleceğim gün esenlik benimle olacaktır.”...