Ana içeriğe atla

Kayıtlar

#dünya etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Orda Bir Köy Var Uzakta

Dilimde çocukluğuma dair bir türküyle  uyandım bu sabah.  Bu sabah bu türküyü söylerken hissettiklerimi bir sayfaya aktarıp yollamak istedim pulsuz zarfla.  Sen de bilirsin pulsuz zarfın elden ele ulaştırılan mektuplar olduğunu. “Orda bir köy var, uzakta O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür.” Herhalde bu türküyü bilmeyen yoktur. O uzaktaki köyde gezmesek de, tozmasak da, kalmasak da o köy bizim köyümüzdür! Böyle söyleyerek büyüdük, büyütüldük ve anladık ki aslında hiç de öyle değil! Gitmek için zaman ayıramadığımız, emek verip görmediğimiz, kalmak için can atmadığımız köy, kasaba sadece sözde bizim oluyor. Bir güzel söz var bizim buralarda. “Kuru kuru gadanı alıyım, takır takır kurban oluyum.” derler, hiç emek vermeden sadece laf kalabalığı yapanlara.  Bizim olduğunu iddia ettiğimiz her şeye emek vermeliyiz, hatıralarımızda yer ayırmalı, bizim olana dair anılar biriktirmeli, biriktirdiklerimizi sevdiklerimizle paylaşmalı...

Ikra! Oku!

Okumak bir derya, uçsuz bucaksız bir okyanus, içinde binbir başka dünya ve güzellikler barındıran. Okumak insanın kendi ile hallenmesine vesile olan bir sevda, bir aşk... Okumak bilmedigin dünyalara açılan gizli bir kapı, kapıyı açan bir anahtar. Okumak kazanılan alışkanlıklardan ve insanın içindeki hali olumlu anlamda arttıran bir haslet. Ölü yüreklere bir nevi ab-ı hayat... İnsan alışkanlıklarıyla var olan, alışkanlıklarına binaen değer kazanan Eşref-i mahluktur. N e kadar güzel alışkanlık varsa, karekter o kadar güzeldir. Okumaktan bihaber ne bakışlar huzur verir nede bu yürekler mesken edilir. Okumak sadece eline aldığın çok satanlar listesinde ki romanlardan yada okuduğun bir dergiden ibaret değildir. İnsanı, tabiatı, kainatı, bir yüreğin atışındaki muhabbeti, bakışındaki merhameti okumak. Evvela okumaktan zevk almak. İnsanın bütün tecrübeleri yaşayarak ögrenmesi imkansız, tecrübeleri güzel bir kalemden okumakta, yaşamak kadar öğreticidir. Okumakla h anemizden, bir pen...

Selam olsun Şehitlere...

Ezgiler vardır hani dilimiz ile değil de içimizle söylediğimiz. Bize özümüzü anlatan,  sözümüzü hatırlatan ve yüreğimizi sızlatan ezgiler. Şu an o ezgilerden biri yankılanıyor içimde; “Kara gözlerinde mahmurca gülüş. Gayrı uyanılmaz uykunda mısın? Kanın cemre gibi toprağa düşmüş. Şehadet yolunun ufkunda mısın? Çizgilerle dolu ellerin yüzün. Otuzunda mısın kırkında mısın? Bizi yalnız koyup göğe süzüldün. Acın dayanılmaz farkında mısın?” Bu duyguyu bildiğinizi düşünüyorum. Bizim imanımızın ve inancımızın, temeli hak ve batıl savaşında “şahit ol ve şehadet nasip et Ya Rabbî.” dediğimiz işte tam olarak bu, Allah yolunda canını ortaya koymak. İslam davası uğruna kendisine bahşedilmiş en büyük nimetlerden biri olan hayatını ortaya koymak, Allah rızası için canından vazgeçmenin ötesinde daha büyük bir fedakârlık düşünülemez. Bu sebeple İslam’da şehitler oldukça müstesna bir yere sahip olup oldukça büyük faziletlere sahiptirler. Şehid olmak, şahid olmak kelimesi ...

Rahmetle Yadettiklerim...

Özlemle, tebessümle  ve çoğu zaman gözlerimde damlamaya hazır kocaman yaşlarla anımsadığım anılarım var elbette. Ah o yüreğimizde yeri hiç eskimeyen anılar... Çocukluğumdan hatırladığım, rahmetlik anneannemin her gece bize anlattığı yaşanmış hayat hikayeleri, kıssalar ve onlardan çıkarmamız gereken hisseler. Bazen komik bir hatıra, bazen çocukluğunda yaşadığı anı, sonrasında bize ezber yaptırdığı dualar , ki bunun kiymetine çok sonraları vardık. Sıra sıra islim edilmiş erik gibi dizilirdik yer döşeği ve yün yorganın altına, kış aylarını anımsıyorum sobanın şavkı vururdu tavana ve anlatılan hikayeler canlanırdı alevin yansıyan kızıllığında. Hikayeye göre sesinin zaman zaman yumuşadığını, korkulu bir şey anlattığında saçlarımızı okşadığını ve sonunda hepimizi koklayarak öptüğünü hiç unutmadım. Hayatın monotonluğunu güzelleştiren şeylerdi bunlar, her gece yarısı namaz kıldığını hatırlıyorum sokak lambasının aydınlattığı odada, dudakların da bitmeyen zikir vardı ve dua... Özenle...

Ağaç Ev Sohbetleri 121

Okumak için bir araya gelen insanlar olduğu gibi yazmak için de bir araya gelen insanlar varmış.  Buna denk gelmenin mutluluğunu yaşıyorum şu sıralar.  Bu haftaki Ağaç Ev Sohbetleri 121. konu yine güzel şeyler yazmaya teşvik edici. Elinde olsa okuduğun kitaplardan ya da izlediğin filmlerden  bir bölümünü değiştirmen mümkün olsa ?  Sonunu yada bir bölümünü değiştirmek isterdim bazı severek okuduğum kitapların ve  izlediğim filmlerin. Ama biliyorum ki ozaman verilmek istenen mesaj belkide o kadar etkili olmazdı.  Okuduklarımdan aklıma ilk gelen,  beni çok etkileyen , hala üzerimde etkisi olan ve bir çoğunuzun okumuş olduğunu düşündüğüm Ömer Seyfettin'in "kaşağı öyküsü" geldi.  Değiştirmek isterdim elbette "kardeşinin dayak yemesine dayanamayan Kahraman babasına her şeyi itiraf eder. Babasının ayaklarına kapanıp ben yaptım "der.   Ama biliyorum ki hikaye benim istediğim gibi olsa yalan söylemenin , iftira atmanın, vicdan azabının ne kadar k...

Ne güzel bir bahçesin sen böyle...

Bir bahçe olduğunu düşün... Her bahar yeniden tomurcuklanan, filizleri hevesle boy veren. Kökleri toprağa sımsıkı sarılan ve elvan çeşit çiçekler açan, misk kokular saçan bir bahçe olduğunu düşün... Bir bahçe olduğunu düşün, sefer tası gibi binaların, taş yığını olmuş duvarların, her geçen gün geliştiğini zannederek genişleyen sokakların, asfaltların, caddelerin ,şehirlerin içinde yaşayanlara can veren... Hayatın ne olduğunu şehir insanına hatırlatan bir bahçe olduğunu düşün.. Yolu düşenin gözünü alamadığı, bakışların hayranlıkla ayrılmak istemediği, her mevsim bir başka güzellikte olan... Sonbaharda yazılan şiire, bestelenen şarkılara konu olmuş, güz güllerinin ev sahibesi olan. Özlemlere, hasretlere, vuslatlara ve ağlayana, mutlu olana, huzur arayana yüreğini açmış bir bahçe... Kasımda ayrılığına inat bir hediye olduğunu düşün, bir öbek hâlinde açmış kasımpatı, sonbahar yağmurlarını ıslattığı... Bir yanda solan çiçeklere inat, bir yanda açan, ekinazyaları, hercai mene...

Çocukluğumdan ...

Anlatmak, karşındakinin anladığı kadardır ve beni okuyan sen , beni tanıdığın için anlarsın. Anlamasan da belki de okudukça tanırsın. Derler ya bazı şeyler anlatılmaz, yaşanır. Yaşadığım güzelliklerden bir demet paylaşmak istedim sizlerle. Mutluluk,  yoklukta, varlığı öğrenmekti benim için. Fakir denmeyecek kadar varlıklı, zengin denmeyecek kadar yoklukların içinde büyüyen çocuklar bilir, bu bahsettiğimi şeyi. Fakirlikle, yoksulluğun aynı şey olmadığını yoksulluğun yüreğindeki eksikler, yeri doldurulamayacak güzellikler olduğunu yoksun olanlar bilir! Fakir ama mutlu olan bir çok insan gösterebilirim size ama yoksun olupta, mutlu olan yoktur. Şöyle anlatayım, her bayram baştan ayağa yeni kıyafetler almak zenginliktir belki ama asla mutluluk değildir. Çocukluğuma dair bayram anılarım tazeliğini koruyor gönlümde. Heyecanla namaza giden babamızın yollarına takılıp giden bakışlarımız. Gelişini bekleyen sabırsız çocukça yüreklerimiz... Ellerini öperken vereceği harçlığın yanında h...

Tutunduğumuz Şeyler...

Öyle anlar var ki yılların tecrübesine bedel diye düşündüren... Öyle haller var ki yaşamasan yarım kalacağını hissettiren... Nasip denen şeyi, yaşadım bir kez daha... Ne zamandır gözüme çarpan, bir çok öğrencime hediye ettiğim halde okumak nasip olmayan bir kitap vardı. KÜÇÜK PRENS " Antoine de Saint- Exupéry. Onu okudum dün akşam... Buda öyle küçük bir el kitabı işte, daha önce okusaydım keşke dedirten... İnsana bir çok kişisel gelişim kitabının vermediği mesajlar veren.. "Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir" işte bu paragrafı okuduğumda kendimi yargıladım, okumadığın bir kitabı başkalarına hediye etmek hiç hoş bir davranış değildi. Çok kızdım kendime, görünüşüne aldandığım ve okumadığım  için kızdım!.. Sahi insan ilişkileri de öyle degilmi, ön yargılarla kaçırdığımız kim bilir kaç yürek vardır... Bazı arkadaşlıklar, uzun uzun yıllarını alır, bazı dostluklar yürekten olur ve ...

Uzun uzun yollar önceydi...

Uzun yıllar önceydi demek belki de yeterli olmaz yazmaya başlamak için... Yolu yarılamış birinin uzun yılları yoktur ,uzun uzun yolları vardır... Uzun uzun yollar önceydi, annesine, babasına göre şirin bir kız çocuğu olan, güzel olan hatıraları unutmamak için sürekli tekrar eden ve güzellikler biriktirmenin hayatını güzelleştireceğine inanan bir kız çocuğu!.. Eskilerin ahh o eski zamanlar dediği devrin son mahsulü belki de ... 70 'lerin sancısından,  80'lerin darbesinden uzak... 90 ların naifliği ve umudu ile büyümüş, büyütülmüş belki de uyutulmuş, bir kız çocuğu!.. Küçük yerlerin, büyük yürekleri tarafından korunmuş, kollanmış... İnsanların birbirine zarar vereceğini sadece hikaye olarak dinlemiş,  hayal aleminin en büyük beyaz atlı kahramanı babası olan... Annesinin katı kurallarına dünden teslim olmuş, anneannesinin merhametli ellerinde büyümüş bir kız çocuğu... Anneannesinin saçlarını tararken anlattığı hikayeler sanki zihnine tarakla birlikte usul usul kazınmış.....

Muhabbetimizde ,müebbet olanlar çok olsun...

"İnsanın ruhundaki düğümleri çözmeden dilindeki düğümleri çözmeye imkan yoktur" diye bir söz okudum ve muhabbetimle başladım yazmaya... Düğüm çözmenin en güzel yolu muhabbet  etmektir herhalde ... İnsan muhabbet duyduğu insana gösterir , boğazına düğümleri, içine attığı dertleri ve her şeyi... İçimize atarız da, içimizden atamayız çoğu şeyi... Ne bilmektir, ne görmek, ne de duymaktır... Hissetmektir yüreğinde olan biteni ve hissettirmektir... Muhabbet gönülden gönüle kurulan bir yol bence... Klavuzu samimiyet olan, İnişli çıkışlı, incecik bir yol , sabırla ve hoş görüyle alınan... Hoş gördüğünde başlayacak bir mektup bazen, hoş bulduğunda dökülecek kelâmdır dilinden... Bazen kafiyeleri uymayan uzunca bir şiir ... Bir ezgi, bir naat, bir yanık türkü bazen... Muhabbet yüreğe düşen bir eşk, filiz, toprağa düşmüş bir tohum... Rahmetin yağmasını bekleyen bir  başak, yedi veren danelere gebe... Hava gibi, su gibi ,aş gibi , Sevda gibi, aşk gibi muhabbet de ihtiyacı va...

"ALLAH inananlarla beraberdir."Enfal 19.Ayet

Biraz kendimden bahsedeyim sana diye düşündüm... Belkide hayatımda beni benden iyi tanıyan biri varsa o da sensin! Öyle geliyor yüreğime,  beni benden iyi bilen, beni benden daha çok seven, düşünen. İnsan kendini aynaya baktıkça görüyor ama sevdiği yüreğinin sahibi olan, muhabbetinde huzur bulduğu kişiler her daim, baktığında görür ve hisseder. Evet ben ah ben! Kendi söküğünü dikemeyen terzi... Gel - gitlerin ev sahibi... Yolunu kaybetme korkusu yaşayan bir kör misali... Ruh hali, kalabalıklar içindeki karanlık, karanlıkta ki yalnızlık. Zaman zaman yalnızlığımda ki gel gitlere rağmen, kendi yarama merhem bulamaya çalışan ben. Şifalı ellerine teslim olmak son çarem... Öyle bir hüzün çöküyor ki içime aniden anlatması zor... Bütün dünyanın acılarını hissediyorum, her atışında kalbimde... Elimi atmasam da kalbime hissediyorum sıcaklığını, bir hüzün ülkesi, kimi zaman aç kalmış Afrikalı bir çocuğun sesi... Sonra göz göze geldiğim mendil satan Suriyeli kızın bakışındaki sorgu, nede...