Ana içeriğe atla

Kayıtlar

#gençistikbaldergisi etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

İbrahim İçimdeki Putları Devir

"İbrahim, içimdeki putları devir elindeki baltayla. “ Bazen defalarca dinlediğimiz ezgiler vardır ya hani... Üzerinden uzun zaman geçse de unutamadığınız. Benim de uzun zamandır içimde söylenen ezgi; "İbrahim, içimdeki putları devir, elindeki baltayla... Kırılan putların yerine yenilerini koyan kim? İbrahim gönlümü put sanıp kıran kim” Ne güçlü bir ifade... Yazanın kalemine, söyleyen Aykut Kuşkaya'nın yüreğine sağlık. Dinlemediyseniz mutlaka tavsiye ediyorum. Hepimizin içimizdeki putları kırma zamanı çoktan geldi. Ama önce... onları tanımamız gerekiyor. Kastettiğim putlar sadece bir taştan yapılanlar değil, gönülden de yapılan putlar vardır. Önceliğimiz olan, kural koyan, bize yön veren.... Bizim gönlümüzdeki putun adı ne? Seni ve beni İslam davasından uzaklaştıran ne? Evlat sevgisi mi? Rızık kaygısı mı? Konfor alanının sakinliği ve sıcaklığı mı? Okul telaşı, diploma yarışı mı? Hangisi bizim imanımızı gölgede bırakıyor? Hangisi yüreğimize ye...

Geleceğin Eşiğindeki İnsanlık

Geleceğin Eşiğindeki İnsanlık Bir tarafta sıcak, doğal ışıklarla bezenmiş, insan ilişkilerinin samimiyetle yaşandığı mahallemiz. Diğer tarafta soğuk beton yığınları arasında, mavi ışıklarla aydınlatılmış, yüksek teknolojiye sahip bir laboratuvar havasında binalar. Ortada ise yapaylığı hayranlıkla seyrederken kendi öz kimliğini kaybetmek üzere olan insanlar. Bir yanda duygusuz, mekanik bir yapay zekâ; diğer yanda ise insani değerleri temsil eden, sıcak ve doğal bir atmosfer. Her şey, var oluşla birlikte kendini keşfeden insanın, insanlık tarihi boyunca birçok buluş ve devrim gerçekleştirmesiyle başladı. Ateşin keşfinden buhar gücüne, elektriğin icadından internete kadar her büyük gelişme, dünyayı dönüştürmüş ve insanın kendini yeniden tanımlamasına neden olmuştur. Şimdiye kadar devrin en büyük icadı internet iken, artık yapay zekâ çağına girmiş bulunuyoruz. Ancak bu seferki dönüşüm, sadece dış dünyamızı değil, insan olmanın ne anlama geldiğini de sorgulamamıza neden ...

Geldi Gözümüzün Nuru Ramazan

Geldi gözümüzün nuru, on bir ayın sultanı Ramazan. Bizi bu vakte kavuşturan Rabbimize hamdolsun. Rabbim bu ayı hakkıyla ihya edebilmeyi nasip etsin. Kul olduğunu hatırlamak ve acizliğini bilmek, insanın manevi yolculuğunda çok önemlidir. Ramazan ayını Müslüman insan yalnızca bedensel açlık ve susuzluk olarak görmez; her şeyin Allah’ın kudretine bağlı olduğunu anlar ve gösterir. Oruç ibadeti, nefsi terbiye etmenin ve Allah’a karşı olan teslimiyetin ve aczin vücut bulmuş hâlidir. Tüm ibadetler gibi sadece Allah’ın rızası için yapılan bir ibadettir. Şuurlu Müslüman, dünyada sahip olduğu her şeyin; bedensel ve ruhsal sağlığın, maddi zenginliğin, gücün ve kuvvetin geçici ve emanet olduğunun farkındadır. Bunların hepsi varken de yokken de imtihandır. Bilir ki Allah, mutlak güç sahibidir ve insanın her türlü ihtiyacını yalnızca O karşılayabilir.  Kul olduğunun farkında olmak, insanı hem alçakgönüllü ve sabırlı yapar hem de Allah’a karşı minnettarlık duygusunu pekiştirir. Her ş...

YÜRÜMEK

Allah’ın selamı üzerinize olsun kardeşlerim. Kardeşlerim diyorum çünkü Rabb’imiz “Müminler kardeştir.” Buyuruyor. Bu yazımda sizlere suni gündemlerden ziyade, daha gerçekçi gündemlerden, kendi gündemimden bahsetmek istiyorum. Hafta sonu pürdikkat dinlediğim, -bazen- ağladığım ve sonrasında neden not almadım diye kendime kızdığım söyleşi tadında bir eğitim programına katıldım. Bu programın bende uyandırdığı duyguları sizlerle paylaşmak istiyorum.  “Güzellikler paylaştıkça çoğalır” sözüne hep inanarak... Programa konuşmacı olarak katılan eğitimci, hekim  Betül hanımefendiye teşekkür ediyorum. Kendisi, ömrünü “Allah yolunda daha fazla ne yapabiliriz?” derdiyle geçiren adanmış biri. Allah ondan ebeden razı olsun. “Yürümek; insan olarak yaptığımız eylemlerden biri ve yürürken aynı zamanda düşünmek” diye başladı eğitim semineri. Öyle bir yürüyüş ki; hayatını ortaya koyarcasına. Ölmek için yaşarcasına... Ya da yaşatmak için yaşamak, tıpkı Mu’âz bin Cebel gibi... İli...

Yaşamak Umurumdadır

Derdimiz Yaşamaksa Şu An Ne Hâldeyiz? Ne hâldeyiz derken bahsedeceğim şey, siyasi anlamda bir çıkmazın ve aldatmanın içinde olmamız veya “Kime inanalım?” sorusunun cevabını aramak değil. Ekonominin ne kadar kötü olduğunu ve değerini yitiren tek şeyin para olmadığını da yazmayacağım. Ülkemizin tarihi geçmişinden ve jeopolitik öneminden de bahsetmeyeceğim. Geldiğimiz ve gideceğimiz yeri sizler de benim gibi biliyorsunuz eminim. Toplumsal bir çürümenin, yozlaşmanın içinde yitirdiğimiz en önemli şeyden bahsetmek istedim sizlere... Evet ne haldeyiz derken birbirimizle olan sıcak, samimi, gösterişten uzak, birbirimizi yargılamadığımız muhabbetlerden ve bizi biz yapan değerlerden söz etmek istedim. “Yok artık öyle dostlar.” Ya da “Nerede o eski bayramlar” der gibi “Nerede o eski samimiyet?” cümleleri geliyor sizin de aklınıza değil mi? İnanan kimseler olarak kainattaki bütün olumsuz dayatmalara, ben merkezli psikolojik öğretilere rağmen, esas vasıflarla donatılmış, özünü, maya...

İstanbul'un Fethinde Buluşalım İnşallah

İslam; inanç olarak, nizam olarak, yaşam biçimi olarak başlı başına bir fetihtir. Hayat tarzıyla, kainata bakma nazarıyla, insanı ahlaki vasıflarla donatmasıyla... İslam’da fetih gönüllerin irşad edilmesi ile başlıyor. Nasıl ki hiç silah kullanılmadan fethedildi Mekke, nasıl ki hâlâ bir Selahaddin bekliyor Filistin, Mescid-i Aksa... Nasıl ki fethi imkansız gibi gözüküyordu Konstantiniye İstanbul olmadan önce. Fethin vücut bulması işte budur. Fetih İslam’ın insana verdiği değerin ta kendisidir. Allah’ın rızası için alınan nefes, adanan ömür, kurulan plan, edilen duadır. Ve en önemlisi emr-i ilahi olan, cihattır. Fetih, savaşta bile nizamdır, Allah’ın zulüm altındaki kullarına, O'nun nizamını sunma çabasıdır. Bunun en güzel örneklerinden biri de Devlet-i Osmaniye’dir. İman gücü ve inanca teslimiyetiyle büyük bir coğrafyaya yayılırken, gönülleri fethederek toprakları İslam bayrağı altına toplayan Osmanlı... Her fetih İslam’la bir yaşam biçimi olarak benimseniyor, öyle yaşa...

Öfkemizi Diri Tutalım

Öfkemizi diri tutalım! Yüreğimize ateş salıyor şehit çocukların haberleri. Dilimize dahi almak istemedigimiz bu kelime, yüreğimizi yakıp geçiyor maalesef. Aylardır devam eden zulmün arkasından milyonlarca masum anne ve çocuk şehit oldu. İnsanlıktan nasip almamış, lanetlenmiş bir kavim olan Siyonist Yahudilerin zulmünün zirve yaptığı zamanlara şahitlik ediyoruz. Sözün bittiği yerdeyiz ve içimizde avaz avaz bağıran vicdanımız artık susmuyor. “Yeter artık! Söz bitti, şimdi eylem zamanı!” diye haykırmaya başladı ve ayağa kalktı insanlar. Onlarda farkına vardı, Siyonizm’in nasıl bir veba olduğunu! Bugün Filistin'e, Yemen’e bu zulmü yapanın, yarın istediği her yere aynı şekilde zulüm yapacağını. Farkına vardı insanlar, insan haklarının sadece kâğıt üzerinde olduğunun. Bütün özgürlük ve adalet yasalarının sadece onların istediği gibi olduğuna. Savaş suçlarında yapılacak tüm ihlallerin yapıldığına. İnsanların bedeninden organlarının çalındığına. Çocukların kaçırılıp nelere ...

O GÜN BUGÜNDÜR

Bazı anlar ve bazı zamanlar vardır! Güneş doğmadan önce kuşların hep bir ağızdan ötmeye başladığı ve o karanlıktan kızıllığa, kızıllıktan aydınlığa döndüğü vakit. O vakit renklerin ahengini görmediyseniz çok şey kaybettiğinizi söyleye bilirim... Bazı zamanlarda; öfkenin, hüznün, sabrın, hiç beklenmedik bir zamanda dışa vurduğu o duygu seli, kendine hâkim olamama hali... Ya da şöyle anlatayım, bardağın taştığı o son damla...  Buna ağlama krizi diyor bazıları, ben yaşam belirtisi, insan kalma çabası diyorum. Bu hali yaşamadıysanız, yaşadığınızı iddia etmeyin!.. Biliyorsunuz büyük büyük dedemiz Sütçü İmam Kahramanmaraş’ın kurtuluş mücadelesini böyle başlatmıştı. Bir kıvılcım bekleyen yüreklere çıra olmuştu Sütçü imamın sabrının taşması; Müslüman hanımın başörtüsünü açmaya çalışan Fransız askerine Sütçü İmam’ın karşı koyması. O zamanlarda, bu zamanlar gibi zulmün zirve yaptığı, at izinin, it izine karıştığı aydınlıktan önceki o zifiri karanlıktı. Sonrasında herkesin safını ...

Filistin'den Mektup

Farklı coğrafyaların, farklı iklimlerin ve kültürlerin insanlarıyız. Sizin yüzünüzü okşayan rüzgar, esintisini dağların serinliğinden alıyor belki... Her sabah perdenizi büyük bir umutla aralıyor, güneşin sıcaklığını yüzünüzde hissediyorsunuz. Çocuklarınızı şefkatle öperek uyandırıyor. Eşinizi işe dualarla uğurluyor ve muhabbetini sevdiğiniz kişilerle kahve yudumluyor, sonra gündelik telaşlara dalıyorsunuz. Kaygılarınızı, tasalarınızı, arzularınızı umutlarınıza sarıyor ve geleceğe dair hayaller kuruyorsunuz. Evinize, arabanıza, komşuluk ilişkilerinize itana gösteriyor, sofranızı en güzel yemeklerle donatmaktan zevk alıyorsunuz. Bir telaş içerisinde geçiyor hayatınız, değil mi? Günler su gibi akıp gidiyor. En sevdiğiniz baş örtüsünü en sevdiğiniz çantanızla kombin yapıyorsunuz. En sevdiğiniz futbol takımının formasını alıyor, maçlarını kaçırmıyorsunuz. Ne güzel, sizin adınıza ben bundan mutlu oldum. Umarım bunca nimetin şükrünü eda edebilirsiniz. Ve umarım bu alı...

TAVRıMıZ NET OLMALI

Kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olarak kalınabilir mi? Ya da iyi bir Müslüman, kötü bir dünyanın şartlarını sineye çekerek yaşıyorsa hâlâ iyi bir Müslüman olarak yaşamakta olduğunu savunabilir mi? Bu soruyu ben değil, Allah’ın rahmeti üzerine olsun, Rasim Özdenören soruyor, “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” adlı kitabında. Uzun zaman önce okuduğum ve yeniden okumaya ihtiyaç duyduğum Rasim Özdenören mutlaka okunması gereken bir Müslüman düşünür ve yazar. Evet, Asr-ı saadet Müslümanlarının yaşadığı devir günümüzden daha iyi değildi. Ama şimdiki Müslümanca tavırla o zamanki Müslümanca tavır arasındaki fark, kıyas kabul etmez. “Asr-ı saadette kötü bir dünyada yaşayan Müslümanlar, kendilerini o dünyanın kötülüklerini sineye çekmek zorunda hissetmemişlerdi. Tersine kötü bir dünyada yaşadıklarının bilincinde olarak kötülüklerle mücadele etmişler, bu yüzden kötü bir dünyada yaşamış olmalarına rağmen iyi birer Müslüman olarak kalabilmişlerdir.” Bu devirde Müslümanlar ya dünya...

Orda Bir Köy Var Uzakta

Dilimde çocukluğuma dair bir türküyle  uyandım bu sabah.  Bu sabah bu türküyü söylerken hissettiklerimi bir sayfaya aktarıp yollamak istedim pulsuz zarfla.  Sen de bilirsin pulsuz zarfın elden ele ulaştırılan mektuplar olduğunu. “Orda bir köy var, uzakta O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür.” Herhalde bu türküyü bilmeyen yoktur. O uzaktaki köyde gezmesek de, tozmasak da, kalmasak da o köy bizim köyümüzdür! Böyle söyleyerek büyüdük, büyütüldük ve anladık ki aslında hiç de öyle değil! Gitmek için zaman ayıramadığımız, emek verip görmediğimiz, kalmak için can atmadığımız köy, kasaba sadece sözde bizim oluyor. Bir güzel söz var bizim buralarda. “Kuru kuru gadanı alıyım, takır takır kurban oluyum.” derler, hiç emek vermeden sadece laf kalabalığı yapanlara.  Bizim olduğunu iddia ettiğimiz her şeye emek vermeliyiz, hatıralarımızda yer ayırmalı, bizim olana dair anılar biriktirmeli, biriktirdiklerimizi sevdiklerimizle paylaşmalı...

Bir Vardan Bir Yoka

Ömrümüzün bazı sancılı  geçişleri, bitmeyecek sandığımız uzun gecelerin, olmayacak sabahları gibidir. Çaresizliğimizi iliklerimize kadar hissettiğimizde, vazgeçmek isteyip geçemediğimizde, nefesimiz kesildiğinde ve düşünemez hale geldiğimizde... Ah o uzun gecelerin olmaz zannettiğimiz  sabahları... Sararmış, solmuş yapraklara inat, kırılmış ama kopamamış dal misali... Son direnişi yaşadığımız anlar. Kişiliğimizin bedenimizde tezahür ettiği ve kendini kabul ettirdiği zamanlar. Zaman zaman direnmiş olmak ve sonrasındaki vazgeçmişlik. Kimi zaman da nereye gideceğini bilememe hâli. Bu çalkantılı ruh hali ile gitme isteği ağır bastığı halde, gidememe çaresizliği. Çoğalmak isterken, ruhunu saran tükenmişlik hali. Bilmediğimiz yollarda, el yordamıyla yol almak oluyor işte o vakit hayat... Hissettiklerimiz dönüm noktaları  oluyor ve olmaya devam ediyor. Tam olarak böyle hayat, bazen elimizde kalıyor tutunduğumuz dallar, güvendiğimiz dağlara karlar yağıyor. Hep bir bah...