Ana içeriğe atla

İstanbul'un Fethinde Buluşalım İnşallah

İslam; inanç olarak, nizam olarak, yaşam biçimi olarak başlı başına bir fetihtir. Hayat tarzıyla, kainata bakma nazarıyla, insanı ahlaki vasıflarla donatmasıyla...
İslam’da fetih gönüllerin irşad edilmesi ile başlıyor.
Nasıl ki hiç silah kullanılmadan fethedildi Mekke, nasıl ki hâlâ bir Selahaddin bekliyor Filistin, Mescid-i Aksa...
Nasıl ki fethi imkansız gibi gözüküyordu Konstantiniye İstanbul olmadan önce.
Fethin vücut bulması işte budur. Fetih İslam’ın insana verdiği değerin ta kendisidir. Allah’ın rızası için alınan nefes, adanan ömür, kurulan plan, edilen duadır. Ve en önemlisi emr-i ilahi olan, cihattır.
Fetih, savaşta bile nizamdır, Allah’ın zulüm altındaki kullarına, O'nun nizamını sunma çabasıdır.
Bunun en güzel örneklerinden biri de Devlet-i Osmaniye’dir. İman gücü ve inanca teslimiyetiyle büyük bir coğrafyaya yayılırken, gönülleri fethederek toprakları İslam bayrağı altına toplayan Osmanlı...
Her fetih İslam’la bir yaşam biçimi olarak benimseniyor, öyle yaşanıyor ve gönüllerde şehadete sebep oluyordu.
Peygamber efendimizin müjdesine mazhar olabilmek için, sahabeler ve sonraki nesiller asırlar boyu mücadele ettiler.
"İstanbul’u fetheden komutan ne güzel komutandır.” Müjdesini gerçek kılmak Sultan Mehmet’e nasip oldu. Peygamberimizin müjdesinden sonra fethedilen Konstantiniye’nin “belde-i tayyibe” (güzel şehir) haline gelmesi, “Dersaadet” (saadet kapısı) olması ve nihâyet “İslâmbol” sırrına ermesi Sultan Mehmet’in eliyle gerçekleşti ve onu “Fatih” yaptı.
Bundan önceki bütün fetih teşebbüsleri Sultan Mehmet’e bir zemin hazırlamıştı. Onun başarısı için bir “ön çalışma” hükmündeydi.
Sultan Mehmet, Kur’ân’ın cihat emrine uyup sırf İslâmî bir gayret niyetiyle yola çıkmış ve küffarı baştan başa kahreylemişti. O da örnek aldığı peygamberi gibi ne fetih sırasında ne sonrasında zulmetmedi masum insanlara ve inancı farklı olana. Fatih, fethin ve başarının Allah’ın lütfuyla, peygamberin ve velilerin duasıyla olduğunu biliyordu. Bu hak dava için adanmış, bu cihat şuuru ile yetiştirilmişti.
Varını, yoğunu, canını cihat yoluna vakfettiğini, yaşamının ve ölümünün rıza-î ilahi için olduğunu gösterirken, bir çağ kapatıp, bir çağ açıyordu.
Sultan Fatih’in şâhi topları yaptırması, gemileri karadan aşırıp Haliç'e indirmesi, hocası Akşemseddin’in duaları ve yakarışları, cengaver Ulubatlıların Peygamber müjdesinden aldıkları şevkle ve inançla Konstantinapol, İslâmbol oluyordu.
Surlara tevhit sancağı dikildikten sonra “Biz de Osmanlı idaresine lâyıkız” diyerek Ayasofya’da toplanmıştı gayri Müslimler. İslâm’ın adaletine hasret kalmışlar, Müslüman’ın merhametini istemişlerdi. Bu var oluşla derin bir nefes almak istiyorlardı. Şimdi İslam güneşi tüm insanlığın üzerine doğacaktı.
Bundan sonra Allah’ın adını yüceltme gayesiyle, Topkapı’dan hareket eden Fatih, fethin ilk sembolü olarak Bizans’ın şaheseri olan “Ayasofya’nın” kıblesini Kabe’ye çevirdi ve fethin manevi sahibi, hocası Akşemseddin de ilk cuma namazında fetih hutbesini okudu. O komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel orduydu.
Bir amaç için sadece istemek değil, aynı zamanda inanmak ve tüm benliğini adamak gerekiyormuş. Bizim, tarihimizden almamız gereken derslerden biride tam olarak bu.
Önce gayretle çalışmak, sonra teslim olmak!
Bizler fethedilmiş bu toprakların işgal edilmiş sahipleriyiz. Maalesef kendi benliğinden, dilinden, kültüründen koparılmış, büyük oyunların içinde çırpınan ümmetiz. Ne olduğumuz bize unutturmaya çalışıldı yıllarca ve hâlâ da devam ediyor. Biz Allah'ın nizamını ve rızasını ne vakit önceliğimiz yapmaya başlarsak o vakit bu ruh bizi yeniden bulacak. Kurulan oyunlar, kuranların başına yıkılacak. Bizim yegane rehberimiz Kur’an, tek önderimiz Hz. Muhammed (sav) geçmişte ecdadımıza nasıl yön verdiyse, bu gün de bizlere yön verecek. Yeter ki biz sımsıkı sarılalım, bizi biz yapan değerlere.
Ümmet neden bu halde artık biliyoruz. Dünya, İslam birliği ve nizamı ile yönetilmediği için zulüm bu kadar ayyuka çıktı bunu da biliyoruz.
Biz işgalci değiliz, biz gönüllerin Fatih’iyiz. Muhabbet tohumları ekeriz yüreklere. Üç kıtaya hükmeden ecdadın torunlarıyız.
Erbakan hocamızın söylediği gibi “Tarihimizdeki zaferlerin hepsi tankla, topla, tüfekle değil, imanla, aşkla ve azimle olmuştur.
Bize gerekli olan “heyecan, heyecan, heyecan.”
Bundan sonra, fetih ruhu ile önce gönülleri fethetme, yeniden birlik olma ve kucaklaşma zamanı.
Artık bölünüp, parçalanıp kolay lokma olmayacağız.
Şimdi toplanıp Filistin için, Doğu Türkistan için, Arakan ve zulüm altındaki tüm insanlık için kendi benliğimize kavuşma zamanı.
Şimdi fetih ruhuyla ve şuuruyla her sene kutladığımız “İstanbul’un fethinde” buluşma ve kucaklaşma zamanı.
Fetih buluşmasında Fatih ruhunu lütfetsin Rabbim bizlere...
Selam ve dua ile...

Ayşegül Duran


Yorumlar

  1. Merhabalar.
    "Artık bölünüp, parçalanıp kolay lokma olmayacağız."
    Keşke...
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Umut ve dua en önemli silahımız. Hak geldi batıl zail oldu.
      Selam ve dua ile...

      Sil
  2. Şimdi toplanıp Filistin için, Doğu Türkistan için, Arakan ve zulüm altındaki tüm insanlık için kendi benliğimize kavuşma zamanı.
    Şimdi fetih ruhuyla ve şuuruyla her sene kutladığımız “İstanbul’un fethinde” buluşma ve kucaklaşma zamanı.
    Fetih buluşmasında Fatih ruhunu lütfetsin Rabbim bizlere...
    Amin

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ne İmtihanlardan Geçtik

Hiç bitmeyecek zannettiğimiz imtihanlardan geçtik ve kim bilir daha ne imtihanlardan geçeceğiz! Çok yorulduğumuz da oldu, çok bunaldığımız da. Uykuya hasret gözlerle sabahladığımız da çok oldu. Kimse kimsenin ne yaşadığını tam anlamıyla bilemez, bilmesin de zaten. Sadece bilmediğini bilerek yaklaşsın. İnsanların yaşamları ve imtihanları hakkında ahkâm kesip niyet okumayı bıraksınlar istiyor insan.  Kalpleriyle bakanlar müstesna ama! Onlar nefesin kesildiğinde görürler, dua koyarlar avuç içine ve sımsıkı sarılırlar. Öyle bir sarılmak ki tüm hüzünlerin parmak uçlarından akıp gittiğini hissedersin. Bir de görmeyenler, bakmayanlar vardır. Bakmazlar, bakmak onların da kalbini yoracaktır çünkü; kolay olanı seçerler ve kendi dünyalarında kendi küçük dertlerini büyütmek için dönüp giderler. Oysa bir tecrübe, yaşanmadan paylaşılarak tecrübe edilebilir. Tecrübe etmek için her şeyi yaşamalı değil. İnsan, insanın hem derdi hem devası... Hiç bitmeyecek zannettiğimiz imtihanlardan ge...

Her Zorlukla Beraber Bir Kolaylık Vardır

 Kişisel gelişimimize kaktı yapan en büyük etkenlerden biri de hayat yolculuğumuzda yaşadığımız zorluklar ve bu zorluklardan aldığımız derslerdir. Zorluklar, bizi düşünmeye, sorgulamaya ve onarıcı çözümler bulmaya teşvik eder. Bir sorunla karşılaştığımızda, bu durum bize dayanıklılık kazandırır ve karakterimizi güçlendirir. Ayrıca zorluklar sayesinde kendi sınırlarımızı keşfederiz. Bu sayede hayal bile edemeyeceğimiz potansiyelimizi ortaya çıkarabiliriz. “Bir derdim var, bin dermana değişmem” sözü, yaşadığımız sıkıntıların, bizim için ne kadar değerli olduğunu ifade eder. Zorluklar, bizi daha güçlü kılar ve hayatta kalma içgüdümüzü etkiler. Sıkıntılar karşısında baş edebilme becerimizi güçlendirir. Zıddı olan rahatlık ise, çoğu zaman insanı tembelleştirir ve onun kişisel gelişimini engeller. Zorluklarla yüzleşmek, gelişimimizin temel yapı taşlarından biridir. Her bir mücadele, bize yeni dersler öğretir ve sınırlarımızı zorlamamıza vesile olur. Hayat boyunca karşımıza çı...

Yaptığın Bir Şey Olsun!

Yaptığın bir şey olsun! Yaptığın bir şey... Adil olmak gibi… Haksızlık karşısında çelikten zırh, güçsüzün yanında sağlam bir kale, haklının yanında huzur veren bir dem ol mesela... Söylenmiş bütün sözlere inat, iyilik edersen iyilik bulursun. Bulamam sanma! Halik bilir ve bildirir. Bu balık suretinde olmasa da. Yaptığın bir şey olsun! Tevazu kanatlarını sermek gibi… Sadece annene, babana, evladına değil, tüm insanlara. Sen kanaati gözetip, mütevazı ol ki nefsinin başı yere eğilsin. “Ahmak çabalar iş olacağına varır” diyenler olsa da, iyilik adına bütün çabalamalar kalem kalem yazılıyor bil. Ve hepsi veresiye alınıyor, en az on katı ile ödenmek üzere. Yaptığın bir şey olsun! Doğru söylemek gibi... Doğru duymak, doğru görmek, doğru yaşamak hatta yaşatmak gibi. Dokuz köyden değil, bütün köylerden kovulmak pahasına! Varsın adına doğrucu Davut desinler! Yalan batağına düşmektense köysüz, kentsiz kal. Dilini eğip bükmektense, kolun kanadın kırılsın, yalan rüzgarlarında uçmak y...