Ana içeriğe atla

Kayıtlar

#blog etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

TAVRıMıZ NET OLMALI

Kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olarak kalınabilir mi? Ya da iyi bir Müslüman, kötü bir dünyanın şartlarını sineye çekerek yaşıyorsa hâlâ iyi bir Müslüman olarak yaşamakta olduğunu savunabilir mi? Bu soruyu ben değil, Allah’ın rahmeti üzerine olsun, Rasim Özdenören soruyor, “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” adlı kitabında. Uzun zaman önce okuduğum ve yeniden okumaya ihtiyaç duyduğum Rasim Özdenören mutlaka okunması gereken bir Müslüman düşünür ve yazar. Evet, Asr-ı saadet Müslümanlarının yaşadığı devir günümüzden daha iyi değildi. Ama şimdiki Müslümanca tavırla o zamanki Müslümanca tavır arasındaki fark, kıyas kabul etmez. “Asr-ı saadette kötü bir dünyada yaşayan Müslümanlar, kendilerini o dünyanın kötülüklerini sineye çekmek zorunda hissetmemişlerdi. Tersine kötü bir dünyada yaşadıklarının bilincinde olarak kötülüklerle mücadele etmişler, bu yüzden kötü bir dünyada yaşamış olmalarına rağmen iyi birer Müslüman olarak kalabilmişlerdir.” Bu devirde Müslümanlar ya dünya...

Hicret Edelim Buradan

Hicret edelim buradan! Oksijeni azalmış bu plastik topluluktan... Üzerimize serpilmiş ölü toprağını silkeleyerek hicret edelim. Menzilimiz Rabb’imizin rızası olsun. Uzlete çekilelim kendi içimize ve bizi anlamayan insanların içinde sığınacağımız bir Hira’mız olsun. Sonra yol arkadaşları için dua edelim Rabb’imize, sıddık olan yol arkadaşları için. Fetih için hazırlık yapalım sonra da. Öyle bir fetih ki topla tüfekle değil; sevgiyle, kardeşlikle, muhabbetle kurtuluşun muştusunu veren...  Müslüman kardeşlerimizin yüreklerini serinleten, avuçlardaki tohumları toprağa serpen...  Öyle bir hicret ki geçirsin bizi kibirlerimizden, arzularımızdan, hevâ ve heveslerimizden. Nefislerimizden geçip kendimize geleceğimiz bir hicret... İnanıyorum biz kendimizi düzelttikçe, derdi ümmet olan insanlarla yoldaş edecek Rabb’imiz bizi. Daha güzel diyarlara hicret edeceğiz ve fetih için yeniden geleceğiz. Bosna’ya uğrayacağız giderken, Afganistan’a, Çeçenistan’a, Doğu Türkistan’a... Sil...

Farkında Olarak Yaşamak

Ömrünün yarısını kendi dünya telaşıyla geçirmiş  bir kardeşiniz olarak yazıyorum sizlere. Huzurun ne olduğunu geç de olsa fark etmiş bir kardeşiniz olarak...  Daha önce kendi zevkleriyle ve kendi dertleriyle, eskimeden yenilemeyi düşündüğü eşyalarıyla meşgul olan bir insandım. “Ne alalım, ne yiyelim, nereye gidelim?” derdiydi derdim. Sınırsız istek ve ihtiyaçların, bitmek bilmeyen alışverişin rüzgarına kapılmış bir insan! İnanın bana, nasıl bir ortamda olursanız bir süre sonra siz de o hâl üzere yaşıyorsunuz. Dünyayı sadece benim hayatımdan, benim dertlerimden ibaret sanıyordum... Sadece benim yaşadığım mahalleden ve  gördüğüm insanlardan ibaret... Şahit olduğum öyle evler, öyle siteler, öyle devre mülkler var ki, yan komşusundan bihaber. Bulunduğum çevre genelde benim gibi olan insanlarla dolu ve büyük yanılgı işte tam burada başlıyor. Her şeyi gördüğümüz, yaşadığımız çevreden ibaret sanıyoruz. Farklı mahallelere gitmediğimiz için görülmez, suni duvarla...

Sana Bir Mektubum Var

Allah’ın selamı üzerine olsun kardeşim. Kardeşim diyorum çünkü Allah “ Bütün mü’minler kardeştir” buyuruyor.   Sen beni okurken, ben bu mektubu sana yazmanın mutluluğunu yaşıyor olacağım. Belki nasip olur bir yerde bir şekilde buluşuruz. Belki bu dünyada, belki de Rabb’imizin cennet bahçelerinden birinde inşallah... Ben de senin gibi küçük yüreğinde büyük sevinçler, özlemler, planlar, amaçlar büyüten biriyim. Ahir zamanın zamansızlığı içinde Allah rızası için koşturmaya gayret eden biri... İçime düşen bu dava közünden bahsetmek istedim sana. Dua ediyorum ki bu muhabbetim senin de içindeki ateşi alevlendirsin. İçimizdeki ateş hiç sönmesin. Kendi közümüzün bekçisi olalım daima.  Sana bu mektubumda çok sevdiğim, içimdeki koru üfleyen kişiden bahsetmek istedim. Belki sen de tanıyorsundur onu.  İlkokul, ortaokul ve liseyi birincilikle bitiren, bu süreçte dersleri ile birlikte millî, manevi kimliğini de geliştiren, dört yılda bile çok zorlukla bitirilebil...

Tüketirken Tükeniyoruz...

Konsantre edilmiş hayatları tüketip, sindirme derdindeyiz artık… Ne uzun uzun okumalarımız, ne doya doya bakmalarımız, ne de sabırla sevmelerimiz var artık. Başlamadan biten bir yığın muhabbetin, savaşmadan kaybeden kahramanları olduk. Tenezzül etmez olduk bir başka dünyanın mutluluğu ile hallenmeye, ya da derdiyle dertlenmeye. Görme isteğinden ziyade, bakmadan galeriye yığılmış yüzlerce resim, rehberde simaları hatırlanmayan onlarca isim! Biriktirme hastalığının bulunmaz çaresizliği, birebir yaşadığımız çelişki. İhtiyaç olduğundan değil, alma hastalığına yakalanmanın sahipsiz reçetesi, dolanıyor elden ele. Ve kimse sahip çıkmıyor bu hale! Sayısını veya neye ihtiyacı olduğunu bilememek değil sorun; israfın boyutunun aşmışlığı, günden güne ilerliyor ve herkes tutumlu sanıyor kendini, bu alışveriş çılgınlığı içinde. Hayır! Bu ahir zaman hastalığından ziyade, ayaklarımızın altına kasıtlı döşenmiş israf tuzağı. Sefer tası gibi evleri saray yapma telaşı veya sadelik hissini yaka...

Rahmetle Yadettiklerim...

Özlemle, tebessümle  ve çoğu zaman gözlerimde damlamaya hazır kocaman yaşlarla anımsadığım anılarım var elbette. Ah o yüreğimizde yeri hiç eskimeyen anılar... Çocukluğumdan hatırladığım, rahmetlik anneannemin her gece bize anlattığı yaşanmış hayat hikayeleri, kıssalar ve onlardan çıkarmamız gereken hisseler. Bazen komik bir hatıra, bazen çocukluğunda yaşadığı anı, sonrasında bize ezber yaptırdığı dualar , ki bunun kiymetine çok sonraları vardık. Sıra sıra islim edilmiş erik gibi dizilirdik yer döşeği ve yün yorganın altına, kış aylarını anımsıyorum sobanın şavkı vururdu tavana ve anlatılan hikayeler canlanırdı alevin yansıyan kızıllığında. Hikayeye göre sesinin zaman zaman yumuşadığını, korkulu bir şey anlattığında saçlarımızı okşadığını ve sonunda hepimizi koklayarak öptüğünü hiç unutmadım. Hayatın monotonluğunu güzelleştiren şeylerdi bunlar, her gece yarısı namaz kıldığını hatırlıyorum sokak lambasının aydınlattığı odada, dudakların da bitmeyen zikir vardı ve dua... Özenle...

Ağaç Ev Sohbetleri 121

Okumak için bir araya gelen insanlar olduğu gibi yazmak için de bir araya gelen insanlar varmış.  Buna denk gelmenin mutluluğunu yaşıyorum şu sıralar.  Bu haftaki Ağaç Ev Sohbetleri 121. konu yine güzel şeyler yazmaya teşvik edici. Elinde olsa okuduğun kitaplardan ya da izlediğin filmlerden  bir bölümünü değiştirmen mümkün olsa ?  Sonunu yada bir bölümünü değiştirmek isterdim bazı severek okuduğum kitapların ve  izlediğim filmlerin. Ama biliyorum ki ozaman verilmek istenen mesaj belkide o kadar etkili olmazdı.  Okuduklarımdan aklıma ilk gelen,  beni çok etkileyen , hala üzerimde etkisi olan ve bir çoğunuzun okumuş olduğunu düşündüğüm Ömer Seyfettin'in "kaşağı öyküsü" geldi.  Değiştirmek isterdim elbette "kardeşinin dayak yemesine dayanamayan Kahraman babasına her şeyi itiraf eder. Babasının ayaklarına kapanıp ben yaptım "der.   Ama biliyorum ki hikaye benim istediğim gibi olsa yalan söylemenin , iftira atmanın, vicdan azabının ne kadar k...

Gökyüzü gökyüzüm...

Gökyüzü gökyüzüm... Gördüğüm uçsuz bucaksız mavilik İçime düşen her şey bir sen meselesi! Bir ay doğumuna vurulmuş,  Bir yıldız kaymasına bağlamışım umudumu! Tutarsa diye dilekler tutmuşum sana dair. Gökyüzü gökyüzüm... Bir yaşama hevesi içimdeki savaştığım, barıştığım, çeliştiğim, çekiştiğim, kazandıkça kaybettiğim... Hep toplanıp gelme isteği ve gelememe çaresizliği. Yolumu kaybetme korkusu yaşamadan, yanılmadan, yorulmadan... Seni bulmak, senle olmak isteği... Gökyüzü gökyüzüm... Umudun aydınlattığı dünyam sen ol istiyorum. Sen doğ gecelerime, sen düş hecelerime.  Sende başlayıp sende biteyim, senden gelip sana  gideyim. Kaybettiğim her şeyi sende bulayım. Sen de tamam ol, ben de. Sana doğan güneş beni aydınlatsın. Seninle sabahladığım geceler ömrüme ömür katsın. Yaşadığım gel gitler senle bitsin istiyorum.  Geleyim ve bir daha gidecek bir yer kalmasın. Gökyüzü gökyüzüm... Cemrem sen ol, sen düş düşlerime. Hasretimin vuslatı sende son bulsun...

Rengini söyle bana...

Hayata baktığın pencereden gördüğün rengini söyle bana! Gece karası mı; asil, sade, renklerin en koyusu, kaşı  kara sevdalı misali içine işleyen bir çift göz mü? Yoksa, kâbuslarının siyahı mı? Yolunu bulamadığın karanlıklarda kaybolma korkusu... Hükmü yok, sevdanın olduğu yerde renk arama, sakın incitecek bir söz söyleme benim  "el-esvad"ıma... Rengini göster bana! Gönlünü açtığında gördüğün siretin sûretindeki gül kırmızısı yanaklar mı? Kadifemsi dokusuyla aklını başından alan tomurcukların yaprakları mı?. Yoksa ateş Kızılı mı; alev alev yanan ,yandıkça kor olan bir kırmızı. Yürek alı, kan kızılı mı? Hükmü yok, aşkın olduğu yerde renk arama ve sakın incitecek bir söz söyleme benim "el-ahmar"ıma.. Rengini söyle bana! Her sabah umutlar üzerine doğan Güneşin boyadığı ekin sarısı mı? İçini ısıtan baharın habercisi. Günün aydınlığı, d oğanın canlanma sebebi mi? Yoksa, ruhun Meleğe teslim olmasından önceki sessizliğinde 'benz'ine vuran veda sarısı m...

Var mısın, bir senden geçip, bir biz olmaya!..

Mutluluğun çok uzakta olmadığına inancım artıyor. Dokunduğum her dünya, beni daha güzel kılıyor bu aralar... Varlığını hissettiren, var olduğumu hissettiğim yüreklere daha sıkı sarılıyorum. "Yolun başı incitmemek, yolun sonu incinmemektir." sözüne muhatap olmak için can atıyorum. Aldığım ve verdiğim selamlar bir tohum gibi düşüyor gönül toprağıma. Her danede yedi veren güller açıyor, muhabbet saçıyor etrafıma. Selamın güzelliği kelamla devam ediyor. Okuduğum her kitap hissettiğim bir duyguya tercüman oluyor. Altını çizgindiğim cümlelerim, üstünü çizdiklerimden daha fazla artık. Uzaklara dalıyorum ve uzağında olduğum her şey daha yakın oluyor bana, uzansam dokunacak gibi... Yaşadığım her şey için iyi ki yaşadım diyorum, tecrübe edinmenin ve gittikçe yanlışı az olmanın, huzuru ile daldığım yerden vurgun yemeden çıkıyorum. Olan her şeyde hayr arıyorum. Hazırladığım çayımı dostlarımla içmek için, rutinden vakit çalıyorum. Hayatta her şeyi bilmesem de, paylaşarak yaşam...