Ana içeriğe atla

TAVRıMıZ NET OLMALI


Kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olarak kalınabilir mi? Ya da iyi bir Müslüman, kötü bir dünyanın şartlarını sineye çekerek yaşıyorsa hâlâ iyi bir Müslüman olarak yaşamakta olduğunu savunabilir mi?

Bu soruyu ben değil, Allah’ın rahmeti üzerine olsun, Rasim Özdenören soruyor, “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” adlı kitabında.

Uzun zaman önce okuduğum ve yeniden okumaya ihtiyaç duyduğum Rasim Özdenören mutlaka okunması gereken bir Müslüman düşünür ve yazar.

Evet, Asr-ı saadet Müslümanlarının yaşadığı devir günümüzden daha iyi değildi. Ama şimdiki Müslümanca tavırla o zamanki Müslümanca tavır arasındaki fark, kıyas kabul etmez.

“Asr-ı saadette kötü bir dünyada yaşayan Müslümanlar, kendilerini o dünyanın kötülüklerini sineye çekmek zorunda hissetmemişlerdi. Tersine kötü bir dünyada yaşadıklarının bilincinde olarak kötülüklerle mücadele etmişler, bu yüzden kötü bir dünyada yaşamış olmalarına rağmen iyi birer Müslüman olarak kalabilmişlerdir.”

Bu devirde Müslümanlar ya dünyanın ne halde olduğunun farkında değil ya da her şeye rağmen bu dünyada kendinin iyi olmaya devam etmesi gerektiğinin...

Şartlar ne olursa olsun, Allah’ın hudutlarından taviz vermeden rızayı ilahiyi kazanmak olmalı gaye.

İnançlarımıza ve kutsallarımıza karşı yapılan aşağılık, dengesiz davranışlar lanetlenmiştir ve hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu yüzden İslam’a ve İslami değerlere yapılan her saldırı, tavrımızla ve duruşumuzla da alakalıdır. Bunlara karşı bizim sergilediğimiz tavır da bizim imtihanımız oluyor. 

Evet, peygamber efendimiz “Kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Şayet eliyle düzeltmeye gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Diliyle düzeltmeye de gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” buyuruyor.

Asr-ı saadette böyle aşağılık davranışın cezası ne olurdu acaba hiç düşündünüz mü?

Bizler İslam’a ve Müslümanlara yapılan zulümler karşısında hangi tavrı takınıyoruz peki! Efendimizin ifadesiyle hiç olmazsa imanın en zayıfı olan tavrı sergileyebiliyor muyuz?  

Peki, neden elimizle düzeltmeye gücümüz yetmiyor! 

Neden sadece gündem olarak kalıyor tavrımız!

Üç kıtaya hükmeden ecdat zamanında böyle aşağılık bir hareket yapılabilir miydi? Yapılsa sonucu ne olurdu? 

Bu soruları önce kendime sonra sizlere soruyorum. Bence soruların cevabı da vicdanımızda gayet net!

Demem o ki; asıl bedbahtlık diye nitelendireceğim tavırdır; ‘nemelazımcılık’, ‘bananecilik’!

Bu tavır İslami şuura da ters bir tavırdır. 

Yazımı MalcolmX’in şu sözü ile bitirmek istiyorum “Bütün uyuyanları uyandırmaya tek bir uyanık yeter.”

Ümmetin uyanma vakti gelmedi mi?

Dua ile.

Ayşegül'den...



Yorumlar

  1. 👍👍👍👍

    YanıtlaSil
  2. Ümmetin uyanma vakti çoktan geldi ama uyandıracak bir uyanık gerek. Hepsi uyuyor 😔

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnşallah biz uyanalım ve uyandıralım. Yoksa daha çok bekleriz 😔

      Sil
  3. “Bütün uyuyanları uyandırmaya tek bir uyanık yeter.” Malcolm X

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rabbim uyandırsın uyuyan ümmeti. Selam ve dua ile...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

21.yüzyıl ve İmtihan

Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz bu imtihan sadece bu asrın meselesi değildir. Bu, hayrın ve şerrin, iyiyle kötünün mücadelesidir. Bu hak ve batılın çatışmasıdır. Müslüman, içinde yaşadığı dünyanın perişan ve derbeder halinin farkında olmalı ve bu durumun yol açtığı çıkmazların çözüm yollarını aramalı.  Bunun hak ve batıl savaşı olduğunu unutmamalı.  21. yüzyılda gücü elinde bulunduran emperyalizmin dünya üzerindeki haksızlıkları, ahlâksızlıkları, gaddarlıkları, zalimlikleri ve Müslümanların üzerindeki hesapları gözler önünde... Her devrin olduğu gibi bizim içinde bulunduğumuz bu devrin de imtihanı zor. Sınırda kılıçla kalkanla eşit şartlarda cenk etmek mi zor, sınırlar ötesinden bir düğme ile bir insanlığın yok olduğunu görmek mi? Hatta gözle görülmeyen bir mikroorganizmanın insanları yıllarca evinde hapsetmesi mi?  Öyle bir çağda, öyle imtihanlardan geçiyoruz ki... Karşı koymak için önce düşmanı tanımak gerekiyor. Tanımadan onunla savaşmak imkânsız. Ayette “Şu bana

Yaptığın Bir Şey Olsun!

Yaptığın bir şey olsun! Yaptığın bir şey... Adil olmak gibi… Haksızlık karşısında çelikten zırh, güçsüzün yanında sağlam bir kale, haklının yanında huzur veren bir dem ol mesela... Söylenmiş bütün sözlere inat, iyilik edersen iyilik bulursun. Bulamam sanma! Halik bilir ve bildirir. Bu balık suretinde olmasa da. Yaptığın bir şey olsun! Tevazu kanatlarını sermek gibi… Sadece annene, babana, evladına değil, tüm insanlara. Sen kanaati gözetip, mütevazı ol ki nefsinin başı yere eğilsin. “Ahmak çabalar iş olacağına varır” diyenler olsa da, iyilik adına bütün çabalamalar kalem kalem yazılıyor bil. Ve hepsi veresiye alınıyor, en az on katı ile ödenmek üzere. Yaptığın bir şey olsun! Doğru söylemek gibi... Doğru duymak, doğru görmek, doğru yaşamak hatta yaşatmak gibi. Dokuz köyden değil, bütün köylerden kovulmak pahasına! Varsın adına doğrucu Davut desinler! Yalan batağına düşmektense köysüz, kentsiz kal. Dilini eğip bükmektense, kolun kanadın kırılsın, yalan rüzgarlarında uçmak y

Filistin'den Mektup

Farklı coğrafyaların, farklı iklimlerin ve kültürlerin insanlarıyız. Sizin yüzünüzü okşayan rüzgar, esintisini dağların serinliğinden alıyor belki... Her sabah perdenizi büyük bir umutla aralıyor, güneşin sıcaklığını yüzünüzde hissediyorsunuz. Çocuklarınızı şefkatle öperek uyandırıyor. Eşinizi işe dualarla uğurluyor ve muhabbetini sevdiğiniz kişilerle kahve yudumluyor, sonra gündelik telaşlara dalıyorsunuz. Kaygılarınızı, tasalarınızı, arzularınızı umutlarınıza sarıyor ve geleceğe dair hayaller kuruyorsunuz. Evinize, arabanıza, komşuluk ilişkilerinize itana gösteriyor, sofranızı en güzel yemeklerle donatmaktan zevk alıyorsunuz. Bir telaş içerisinde geçiyor hayatınız, değil mi? Günler su gibi akıp gidiyor. En sevdiğiniz baş örtüsünü en sevdiğiniz çantanızla kombin yapıyorsunuz. En sevdiğiniz futbol takımının formasını alıyor, maçlarını kaçırmıyorsunuz. Ne güzel, sizin adınıza ben bundan mutlu oldum. Umarım bunca nimetin şükrünü eda edebilirsiniz. Ve umarım bu alı