Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kalplerin Fethi...

Mekke’nin fethi; y ıllarca uyutulmaya çalışılan  ümmetin, unutturulmaya çalışılan manevi duruşun, geçmişini hatırlatmak için bir çağrısıdır. Özüne dönmenin, kendi kimliğini kaybedenlerin yolunu bulması için yakılan küçük bir çıra, bir kelebeğin kanat çırpışı, sonrasında yüreklerde kopacak olan fırtınaların başlanğıcıdır. Yıllarca ecnebi adetleri ile hipnoz edilen Müslüman milletin yüreğine serpilen bir avuç sudur. Bu unutulan manevi değerleri hatırlatma çağrısıdır. Allah rızası için yapılan  fetih şöleni, miladi takvimlerin yenileneceği zaman dilimine, şuurlu bir şekilde girmek için var gücümüzle silkelenmek, belki bir çocuğu bu bilinçle büyütüp, kendi kimliğini hatırlatma çabasıdır. Mekke’nin fethi demek batılın geleneklerine, kutlamalarına hayır demek, safını belli etmektir. Biz yıl başı kutlamıyoruz, fetih kutluyoruz. Bugün bizim için Mekke’nin Fethi. Biz Müslümanız elhamdülillah demek ve bunu bütün insanlığa göstermek için bir gayrettir. Mekke şehirlerin ana...

Rahmetle Yadettiklerim...

Özlemle, tebessümle  ve çoğu zaman gözlerimde damlamaya hazır kocaman yaşlarla anımsadığım anılarım var elbette. Ah o yüreğimizde yeri hiç eskimeyen anılar... Çocukluğumdan hatırladığım, rahmetlik anneannemin her gece bize anlattığı yaşanmış hayat hikayeleri, kıssalar ve onlardan çıkarmamız gereken hisseler. Bazen komik bir hatıra, bazen çocukluğunda yaşadığı anı, sonrasında bize ezber yaptırdığı dualar , ki bunun kiymetine çok sonraları vardık. Sıra sıra islim edilmiş erik gibi dizilirdik yer döşeği ve yün yorganın altına, kış aylarını anımsıyorum sobanın şavkı vururdu tavana ve anlatılan hikayeler canlanırdı alevin yansıyan kızıllığında. Hikayeye göre sesinin zaman zaman yumuşadığını, korkulu bir şey anlattığında saçlarımızı okşadığını ve sonunda hepimizi koklayarak öptüğünü hiç unutmadım. Hayatın monotonluğunu güzelleştiren şeylerdi bunlar, her gece yarısı namaz kıldığını hatırlıyorum sokak lambasının aydınlattığı odada, dudakların da bitmeyen zikir vardı ve dua... Özenle...

Ağaç Ev Sohbetleri 121

Okumak için bir araya gelen insanlar olduğu gibi yazmak için de bir araya gelen insanlar varmış.  Buna denk gelmenin mutluluğunu yaşıyorum şu sıralar.  Bu haftaki Ağaç Ev Sohbetleri 121. konu yine güzel şeyler yazmaya teşvik edici. Elinde olsa okuduğun kitaplardan ya da izlediğin filmlerden  bir bölümünü değiştirmen mümkün olsa ?  Sonunu yada bir bölümünü değiştirmek isterdim bazı severek okuduğum kitapların ve  izlediğim filmlerin. Ama biliyorum ki ozaman verilmek istenen mesaj belkide o kadar etkili olmazdı.  Okuduklarımdan aklıma ilk gelen,  beni çok etkileyen , hala üzerimde etkisi olan ve bir çoğunuzun okumuş olduğunu düşündüğüm Ömer Seyfettin'in "kaşağı öyküsü" geldi.  Değiştirmek isterdim elbette "kardeşinin dayak yemesine dayanamayan Kahraman babasına her şeyi itiraf eder. Babasının ayaklarına kapanıp ben yaptım "der.   Ama biliyorum ki hikaye benim istediğim gibi olsa yalan söylemenin , iftira atmanın, vicdan azabının ne kadar k...

Gökyüzü gökyüzüm...

Gökyüzü gökyüzüm... Gördüğüm uçsuz bucaksız mavilik İçime düşen her şey bir sen meselesi! Bir ay doğumuna vurulmuş,  Bir yıldız kaymasına bağlamışım umudumu! Tutarsa diye dilekler tutmuşum sana dair. Gökyüzü gökyüzüm... Bir yaşama hevesi içimdeki savaştığım, barıştığım, çeliştiğim, çekiştiğim, kazandıkça kaybettiğim... Hep toplanıp gelme isteği ve gelememe çaresizliği. Yolumu kaybetme korkusu yaşamadan, yanılmadan, yorulmadan... Seni bulmak, senle olmak isteği... Gökyüzü gökyüzüm... Umudun aydınlattığı dünyam sen ol istiyorum. Sen doğ gecelerime, sen düş hecelerime.  Sende başlayıp sende biteyim, senden gelip sana  gideyim. Kaybettiğim her şeyi sende bulayım. Sen de tamam ol, ben de. Sana doğan güneş beni aydınlatsın. Seninle sabahladığım geceler ömrüme ömür katsın. Yaşadığım gel gitler senle bitsin istiyorum.  Geleyim ve bir daha gidecek bir yer kalmasın. Gökyüzü gökyüzüm... Cemrem sen ol, sen düş düşlerime. Hasretimin vuslatı sende son bulsun...

Gidebilsem...

Geçmiş zaman içinde, gitme imkanınız olsa, gitmek istediğiniz yerler vardır mutlaka! Beni uzun uzun düşündüren bu fikir sizlerinde düşündürsün istedim. Siz nereye, hangi zamana gitmek isterdiniz?¿ Gidebileceğim bir zaman dilimi olsa Hz. İbrahim'in Hz.Hacer'i ve  İsmail'i çölün ortasında bıraktığında, Hz.Hacer'in "bunu sana rabbim mi emretti" dedikten sonraki teslimiyetini görmek isterdim. Çaresizce Safa ve Merve arasında koştuğu o anda yanına gitmek ve evet Allah sizi zai etmez diyerek ona destek olmak isterdim. Zemzemin isim annesinin dostu olmak isterdim. Hz. Meryem'in en zor anında insanların onu dışladığı ve iffetsizlikle suçladığı anda yanında olmak , Hz. İsa'yı kundağa sarmak isterdim. Ömrümü onlara adamak ve sen iffetli bir kadınsın ben sana inanıyorum ve senin Rabbine iman ediyorum demek isterdim. Kundaktaki bebeğin sözlerine şahit olmak isterdim " Doğduğum gün, öleceğim gün ve yeniden hayata döndürüleceğim gün esenlik benimle olacaktır.”...

Bizim Çocukluğumuz

Biz yaşamı ıskalamadan büyüyen ve oynamayı bilen çocuklardık. Oyunlarımız vardı, her biri diğerinden daha eğlenceli. Saklambaç, körebe,  yakartop, beştaş, seksek, can, bilye, elim sende... Sokaklarımız dardı ama yürekleri geniş komşularımız vardı. Her şeye inat yaşama sevincimiz doldururdu sokakları. Kimsenin kimseye hava atma, caka satma çabası yoktu. Oyunlar kurulur, her gelen kabul edilir ebe diye isimlendirilirdi.  Dışlamak, oyun dışı kalmak yoktu!. Birlikte olmanın güzelliğini  birebir uygulamalı öğrendik. Hiç bıkmadan uçurtma yarışları yapardık, dar ve kaldırımsız yollarda. Pek uçamazdı uçurtmalarımız, her defasında elektrik direklerine takılıp kalırdı bakışlarımız arasında. Her şeye rağmen uçsuz bucaksız gökyüzü ile buluşturma hayalleri kuran çocuklardık biz. Yaşamak basitti o zamanlar ve olması gerektiği gibiydi. Yazın toz,  kışın kar , bahar da çamur olurdu sokaklarımızda. Balkonları süsleyen sardunyalar ilk baharın habercisiydi. Hiç...

Belki Eylül belkide Kasımdı...

Tam olarak tarihini hatırlayamadığım ama hatıralarım da yer alan bir anı... Güllerin son yapraklarını hüzünle yere bıraktığı, yeşilin sarıya çaldığı, biraz kırgın, biraz bitkin güz ayları... Belki Eylül belkide Kasımdı... Goncasına şahit olduğum, öbek öbek açan, mis kokular saçan o güllerin, her renginin ayrı tonları ve tomurcukları, vazgeçmişti açma sevdasından... Bağbozumu vaktinden daha hüzünlüydü, gül bozumu vakitleri... Kimileri sonbahar deyordu, kimileri güz, ben hüzün mevsimi diyordum! Benim her gün itinayla kuruyan yapraklarını kopardığım güllerin, o gün babam bakımını yapacak sanmıştım. Güllerle ilgilenmeyi çok severdi babam, hatta bana sevdiren de oydu. Babamın işi bittiginde ördüğüm son manzara hiçte tahmin ettiğim gibi değildi, kocaman gül ağacı küçücük bir kaç dal kalmıştı. Hayretimi, halimden  okumuştu babam "korkma ben onları budadım, seneye daha güçlü ve güzel olacaklar " demişti. Öldü güzelim güller dedim, kim  olsa bu kadar budanıp atılma...

Anladım...

"Artık yazmayı bırakmalıyım! Ne değişiyor yazınca, kim okuyup anlıyor seni" diye, düşündüm, ciddi ciddi!.. Bırakmak istediğim sadece yazmakla ilgili değil aslında, elimdeki telefon, çantamdaki cüzdan, aklımdaki sorular,  içimdeki savaşlar... Adım, soyadım belkide burdan başlamalıyım, sosyal medya hesaplarım, numaralarım, hayata dair kaygılarım, tasalarım ve benimle ilgili olan her şey... Saklandığım o kabuktan sıyrılıp, yeni bir ben olarak gelmeliyim! Defalarca düşünüp, hiçbir zaman uygulayamadığım, korkak bir kaplumbağa gibi çekildiğim küçük dünyamı ilk terk etmeliydim! Hayatın getirdigi her şeye kayıtsız, şartsız teslim olmuş, "eyvallah" demekten başka bir şey bilmeyen ben!. Böyle büyük devrimler yaşıyordum içimden... İnsanın yürüdüğü yolu, inandığı doğruyu, gönlündeki kılavuzu değiştirmesi hiç kolay değil biliyordum! Bilmediğim nerden başlamam gerektiğiydi! "Bir kaç dakika göz kulak olur musun?" diye, kendimi kendime emanet edip, bir daha dönm...

Bekleyenlere...

Yazmak istiyorum nereden başlayacağımı bilemediğim halde! Oysa düşünürken ve kızarken ne de çok şey vardı içimde... "'İnsanlar asla söyledikleri kadar meşgul değillerdir. İnsanların öncelikleri vardır ve bazen sıra sana gelmez.'" diyor P. Auster Okudukça beni yaralayan bir sözle başladım, belki de  bu sözle bitirmeliydim onu da bilemiyorum. Aslında, bilmekten daha güzel bilmemek. Açık bir kapı bırakmak, bilinçlenmek isteyen zihnine ya da ikna olmak isteyen yüreğine... Bir şans daha vermek kendine, sevdiklerine... Bilmiyorum ne kadar seviliyorum, seviyorum! Neden vazgeçemiyorum... Mevzu derin olunca boğulma ihtimali daha da artıyor ve hassasiyetlerinde insan istediği gibi kulaç atamıyor. Ne bileyim belki de kendi deryamda yüzecek kadar cesur değilim. Yüzleşmekten korktuğum doğrular, etrafında döndüğüm dünyalar var... Günlerce aramasını beklediğim ve aramadığı için üst üste defalarca aradığım ve hâlâ arayacağım insanlar var. Onlar daha mı az seviyorlar bende...

Rengini söyle bana...

Hayata baktığın pencereden gördüğün rengini söyle bana! Gece karası mı; asil, sade, renklerin en koyusu, kaşı  kara sevdalı misali içine işleyen bir çift göz mü? Yoksa, kâbuslarının siyahı mı? Yolunu bulamadığın karanlıklarda kaybolma korkusu... Hükmü yok, sevdanın olduğu yerde renk arama, sakın incitecek bir söz söyleme benim  "el-esvad"ıma... Rengini göster bana! Gönlünü açtığında gördüğün siretin sûretindeki gül kırmızısı yanaklar mı? Kadifemsi dokusuyla aklını başından alan tomurcukların yaprakları mı?. Yoksa ateş Kızılı mı; alev alev yanan ,yandıkça kor olan bir kırmızı. Yürek alı, kan kızılı mı? Hükmü yok, aşkın olduğu yerde renk arama ve sakın incitecek bir söz söyleme benim "el-ahmar"ıma.. Rengini söyle bana! Her sabah umutlar üzerine doğan Güneşin boyadığı ekin sarısı mı? İçini ısıtan baharın habercisi. Günün aydınlığı, d oğanın canlanma sebebi mi? Yoksa, ruhun Meleğe teslim olmasından önceki sessizliğinde 'benz'ine vuran veda sarısı m...