Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İçimden yüzlerine karşı sustum...

Hayatta yaptığınız en iyi şeyi sormuyorum size, h ayatta size en iyi gelen şeyi soruyorum. Konuşmak mı, düşünmek mi, yürümek mi , birinin sizi anlaması için olanca enerjinizi tüketmek mi?.. Kek yapmak, karnınız ağrıyana kadar çikolata yemek ya da herşeyi uykuya teslim etmek mi? Ben anlaşılamadığımı anladığımdan bu yana yazıyorum, ya da yazmayı keşfettiğimden bu yana susuyorum. Kendimi konuşarak ifade edemediğim için beni yazmaya iten, tüm sevdiklerime teşekkür ediyorum... Hayatımı hep birilerini mutlu etmek, kimi zaman alkışlanmak,  kimi zaman takdir almak ve sonzamanlar da dua almak için harcadım. Annemin en akıllı, babamın en  itâatkâr k ızı, kardeşlerimin en anlayışlı ablası, evlatlarımın en fedakâr  annesi ve eşimin sessiz, huzur veren eşi olmak için harcadım bütün enerjimi, o ldu mu bilmiyorum. Ama ben olmadım! Ben, ben olamadım! Onların istediğini olma çabasından, ben ne istiyorum diye sormadım, s oramadım!... Olan sadece daha çok susmak ve sabretmekti benim ...

Var mısın, bir senden geçip, bir biz olmaya!..

Mutluluğun çok uzakta olmadığına inancım artıyor. Dokunduğum her dünya, beni daha güzel kılıyor bu aralar... Varlığını hissettiren, var olduğumu hissettiğim yüreklere daha sıkı sarılıyorum. "Yolun başı incitmemek, yolun sonu incinmemektir." sözüne muhatap olmak için can atıyorum. Aldığım ve verdiğim selamlar bir tohum gibi düşüyor gönül toprağıma. Her danede yedi veren güller açıyor, muhabbet saçıyor etrafıma. Selamın güzelliği kelamla devam ediyor. Okuduğum her kitap hissettiğim bir duyguya tercüman oluyor. Altını çizgindiğim cümlelerim, üstünü çizdiklerimden daha fazla artık. Uzaklara dalıyorum ve uzağında olduğum her şey daha yakın oluyor bana, uzansam dokunacak gibi... Yaşadığım her şey için iyi ki yaşadım diyorum, tecrübe edinmenin ve gittikçe yanlışı az olmanın, huzuru ile daldığım yerden vurgun yemeden çıkıyorum. Olan her şeyde hayr arıyorum. Hazırladığım çayımı dostlarımla içmek için, rutinden vakit çalıyorum. Hayatta her şeyi bilmesem de, paylaşarak yaşam...

Yola Yoldaş Gerek

"Samimiyet öyle bir dildir ki; kör de görür, sağır da duyar" diyor Cemil Meriç.  Öyledir samimiyet, tek bakışta,  tek duyuşta ve tek dokunuşta anlaşılır bir dili vardır. Acaba diye düşünmez insan, yanlış anlama ihtimalide yoktur, bilir karşısındakinin niyetini ve samimiyetini... Teslim olmaya giden yolun ilk sapağıdır niyet, diyor ya alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz “ameller niyetlere göredir". Önce Allah rızası için niyet edilir, başka bir ufka yol alır gönül  yelkeni...  Göz alabildiğine deryalar gibidir muhabbetler, sohbetler, kurulan arkadaşlıklar, dostluklar... Bir meltemde kahve içimlik, bir fırtınada sığınıp sohbetinde demlenmelik...  Kimi zaman soğuk kış aylarında yudumlanan salepten daha tatlı gelir tebessümü.  Gözyaşını omuzuna akıttığın da mendile gerek duymadığın, acaba demeden döktüğün içini toparlanacağını bildiğindir. Niyete göre boy verir yüreğe düşen tohum her defasında. Ortak zevkler, dertler, renkler ve daha faz...

Bir varmışın, bir yokmuşu...

Ömrünün bazı geceleri, geçmek bilmeyen uzun saatlerin, olmayacak sabahları gibidir... Çaresizliğini iliklerine kadar hissettiğinde, vazgeçmek isteyip geçemediğinde, nefesinin kesildiginde ve düşünemez hale geldiğinde... Ah o uzun gecelerin ,olmaz zannettiğin  sabahları... Kırılmış ve solmuş yapraklarına inat, dalından kopamayan yaprak misali... Son direnişini  yaşadığın zamanlar. Sonrasındaki geçmişlik, sonbaharın rüzgarına teslim olmuşluk.. Nereye gideceğini bilememe hali. Gitme isteği ağır bastığı halde, gidememe çaresizliği. Çoğalmak yerine, tükenme endişesi. Bilmediğin yollarda el yordamıyla yol alma telaşesi... Dönüm noktaları oldu ve olmaya devam edecek hayatında.. Bir varmış, bir yokmuşun , yokluk evresinde önceki varlık hali... Bazen elinde kalacak tutunduğun dallar, güvendiğin dağlara karlar yağacak... Hep bir bahar yaşayacak değil ya yüreğin, güzlerinde olacak, zemherinde...  Cefaların, cezaların, vedaların olacak vakitsiz. Sonbahara meyledecek...

Ne güzel bir bahçesin sen böyle...

Bir bahçe olduğunu düşün... Her bahar yeniden tomurcuklanan, filizleri hevesle boy veren. Kökleri toprağa sımsıkı sarılan ve elvan çeşit çiçekler açan, misk kokular saçan bir bahçe olduğunu düşün... Bir bahçe olduğunu düşün, sefer tası gibi binaların, taş yığını olmuş duvarların, her geçen gün geliştiğini zannederek genişleyen sokakların, asfaltların, caddelerin ,şehirlerin içinde yaşayanlara can veren... Hayatın ne olduğunu şehir insanına hatırlatan bir bahçe olduğunu düşün.. Yolu düşenin gözünü alamadığı, bakışların hayranlıkla ayrılmak istemediği, her mevsim bir başka güzellikte olan... Sonbaharda yazılan şiire, bestelenen şarkılara konu olmuş, güz güllerinin ev sahibesi olan. Özlemlere, hasretlere, vuslatlara ve ağlayana, mutlu olana, huzur arayana yüreğini açmış bir bahçe... Kasımda ayrılığına inat bir hediye olduğunu düşün, bir öbek hâlinde açmış kasımpatı, sonbahar yağmurlarını ıslattığı... Bir yanda solan çiçeklere inat, bir yanda açan, ekinazyaları, hercai mene...

Bir Gül'ü uğurlarken...

Göz yaşlarını göstermek istemez çoğu insan! Ya da en azından bana ağlamanın zayıflık, acizlik olduğunu söylediler.. Ondandır pek ağladığımı gören olmaz. Oysa ağlamak o kadar güzel bir eylemdir ki, bir sebebin sonucu... İçine sığmayan duyguların gözlerden dışa zuhuru. Ağlamak isteyip anlayamamak. Söylemek isteyip söyleyememek Yazmak isteyip eline kalem, diline kelam alamamak. Yada almaya niyet ettiğin halde, halden anlayacak bir yoldaş bulamamak... Bir gün ağlayan birine denk gelirseniz söyleyeceğiniz en son söz ağlama demek olsun... Bırakın ağlasın, konuşmayınca yazar, yazamayınca sükût eder insan... Hiç birini yapamazsa ağlar... Ne bir isyandır bu nede nisyan! Mutluluktan ağlar, hüzünden ağlar. Ayrılır ağlar, kavuşur ağlar. Gözlere söz geçmez, gönülden dökülenler dilden değil, bazen de gözden dökülür... Ben Kapalı ve yağmurlu havaları severim ve ağlarım, gözyaşlarımı gizlemenin bir yolu belki de... Bir ben ağlamıyorum, bak gökyüzü de ağlıyor diye bir sebebe s...

İyiki varsın...

Sen bu satırları okuduğunda, ben yazdıklarımı paylaşmanın huzurunu yaşıyor olacağım. Seninle paylaştığım güzelliklere, birde bu satırları eklemenin huzurunu... Her sabah güneşin doğuşuna şahit olurken, yaptığım dualar eşlik ediyor seninle birlikte bana !.. İlk kez duyuyor gibi, o huzurla doluyor selalar ve ezanlar kulaklarıma. Yıllarca duymaya hasret kaldığım bu seslere, sanki seninle kavuşmuşum. Ah Dostum!. Doğrusu hiç unutmadım sabah ezanına kadar süren sohbetlerimizi, çayın yanında eşlik eden sözlerini ve seni... Her yeni güne böyle başlamak ve de , veda edip, gecenin çiğ düşmüş havasını içime çekerken, o sesle yine kendime gelmek , kendimden geçmek öyle güzel ki. Birbirimizin varlığından haberdar olmadığımız zamanlardan sonra, en güzel hediye idi beklemediğim anda gelmen. Ve seni sadece can bağı oldugu için değil daha başka bir çok sebepten sevmem. İşte bu mutluluk yaşayanın hissedeceği bir  hal ve çok daha fazlası... Artık her sabah güneşin sanki senin için, benim ...

Çocukluğumdan ...

Anlatmak, karşındakinin anladığı kadardır ve beni okuyan sen , beni tanıdığın için anlarsın. Anlamasan da belki de okudukça tanırsın. Derler ya bazı şeyler anlatılmaz, yaşanır. Yaşadığım güzelliklerden bir demet paylaşmak istedim sizlerle. Mutluluk,  yoklukta, varlığı öğrenmekti benim için. Fakir denmeyecek kadar varlıklı, zengin denmeyecek kadar yoklukların içinde büyüyen çocuklar bilir, bu bahsettiğimi şeyi. Fakirlikle, yoksulluğun aynı şey olmadığını yoksulluğun yüreğindeki eksikler, yeri doldurulamayacak güzellikler olduğunu yoksun olanlar bilir! Fakir ama mutlu olan bir çok insan gösterebilirim size ama yoksun olupta, mutlu olan yoktur. Şöyle anlatayım, her bayram baştan ayağa yeni kıyafetler almak zenginliktir belki ama asla mutluluk değildir. Çocukluğuma dair bayram anılarım tazeliğini koruyor gönlümde. Heyecanla namaza giden babamızın yollarına takılıp giden bakışlarımız. Gelişini bekleyen sabırsız çocukça yüreklerimiz... Ellerini öperken vereceği harçlığın yanında h...

Tutunduğumuz Şeyler...

Öyle anlar var ki yılların tecrübesine bedel diye düşündüren... Öyle haller var ki yaşamasan yarım kalacağını hissettiren... Nasip denen şeyi, yaşadım bir kez daha... Ne zamandır gözüme çarpan, bir çok öğrencime hediye ettiğim halde okumak nasip olmayan bir kitap vardı. KÜÇÜK PRENS " Antoine de Saint- Exupéry. Onu okudum dün akşam... Buda öyle küçük bir el kitabı işte, daha önce okusaydım keşke dedirten... İnsana bir çok kişisel gelişim kitabının vermediği mesajlar veren.. "Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir" işte bu paragrafı okuduğumda kendimi yargıladım, okumadığın bir kitabı başkalarına hediye etmek hiç hoş bir davranış değildi. Çok kızdım kendime, görünüşüne aldandığım ve okumadığım  için kızdım!.. Sahi insan ilişkileri de öyle degilmi, ön yargılarla kaçırdığımız kim bilir kaç yürek vardır... Bazı arkadaşlıklar, uzun uzun yıllarını alır, bazı dostluklar yürekten olur ve ...

Ahh Vedalar...

"Sana son sözüm! Ben artık yokum. Sana ait olan bu yerde değil yalnızca. Hiç bir yerde ve yerinde yokum... Ben artık yokum." Ne büyük bir iddia, v arlık ve yokluk kişinin tercihine bağlı değil oysa!... Olduğumuz bir yürekten istesek gidebileceğimizi mi sanıyoruz?... Kaç duadayız nerden biliyoruz! Verilen bir nimet bu oysa, nankörlük ediyoruz... Gitmek isteyip gidemediğimiz ,kalmak isteyip kalmadığımız ne çok yer var. İşte tam olarak bunu idrak edememek bizim meselemiz, derdimiz... Bazı şeylerin varlığı ile bazı şeylerin yokluğuyla sınanıyoruz. "Bu kadar seviyor olsam da tahammül edeceğim bir şey değil. Kendimi ziyan etmem, ettirmem!"... d emek ne kolay!! Ne kadar ziyan olduğumuz nokta var, konu nefsimiz olunca. Uçurumun kenarındaki sözler bunlar. Muhatabını kör bıçakla kesmeye çalışmak. Ustaca sevdiğini söyleyenlerin, ustaca vedaları. Ziyan olan aslında arkada bıraktıkları... Gönlünden çok uzun zaman önce düşen yaprağı, ayak ucuyla ezme çabası... Bir rü...