Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ne güzel bir bahçesin sen böyle...

Bir bahçe olduğunu düşün... Her bahar yeniden tomurcuklanan, filizleri hevesle boy veren. Kökleri toprağa sımsıkı sarılan ve elvan çeşit çiçekler açan, misk kokular saçan bir bahçe olduğunu düşün... Bir bahçe olduğunu düşün, sefer tası gibi binaların, taş yığını olmuş duvarların, her geçen gün geliştiğini zannederek genişleyen sokakların, asfaltların, caddelerin ,şehirlerin içinde yaşayanlara can veren... Hayatın ne olduğunu şehir insanına hatırlatan bir bahçe olduğunu düşün.. Yolu düşenin gözünü alamadığı, bakışların hayranlıkla ayrılmak istemediği, her mevsim bir başka güzellikte olan... Sonbaharda yazılan şiire, bestelenen şarkılara konu olmuş, güz güllerinin ev sahibesi olan. Özlemlere, hasretlere, vuslatlara ve ağlayana, mutlu olana, huzur arayana yüreğini açmış bir bahçe... Kasımda ayrılığına inat bir hediye olduğunu düşün, bir öbek hâlinde açmış kasımpatı, sonbahar yağmurlarını ıslattığı... Bir yanda solan çiçeklere inat, bir yanda açan, ekinazyaları, hercai mene...

Bir Gül'ü uğurlarken...

Göz yaşlarını göstermek istemez çoğu insan! Ya da en azından bana ağlamanın zayıflık, acizlik olduğunu söylediler.. Ondandır pek ağladığımı gören olmaz. Oysa ağlamak o kadar güzel bir eylemdir ki, bir sebebin sonucu... İçine sığmayan duyguların gözlerden dışa zuhuru. Ağlamak isteyip anlayamamak. Söylemek isteyip söyleyememek Yazmak isteyip eline kalem, diline kelam alamamak. Yada almaya niyet ettiğin halde, halden anlayacak bir yoldaş bulamamak... Bir gün ağlayan birine denk gelirseniz söyleyeceğiniz en son söz ağlama demek olsun... Bırakın ağlasın, konuşmayınca yazar, yazamayınca sükût eder insan... Hiç birini yapamazsa ağlar... Ne bir isyandır bu nede nisyan! Mutluluktan ağlar, hüzünden ağlar. Ayrılır ağlar, kavuşur ağlar. Gözlere söz geçmez, gönülden dökülenler dilden değil, bazen de gözden dökülür... Ben Kapalı ve yağmurlu havaları severim ve ağlarım, gözyaşlarımı gizlemenin bir yolu belki de... Bir ben ağlamıyorum, bak gökyüzü de ağlıyor diye bir sebebe s...

İyiki varsın...

Sen bu satırları okuduğunda, ben yazdıklarımı paylaşmanın huzurunu yaşıyor olacağım. Seninle paylaştığım güzelliklere, birde bu satırları eklemenin huzurunu... Her sabah güneşin doğuşuna şahit olurken, yaptığım dualar eşlik ediyor seninle birlikte bana !.. İlk kez duyuyor gibi, o huzurla doluyor selalar ve ezanlar kulaklarıma. Yıllarca duymaya hasret kaldığım bu seslere, sanki seninle kavuşmuşum. Ah Dostum!. Doğrusu hiç unutmadım sabah ezanına kadar süren sohbetlerimizi, çayın yanında eşlik eden sözlerini ve seni... Her yeni güne böyle başlamak ve de , veda edip, gecenin çiğ düşmüş havasını içime çekerken, o sesle yine kendime gelmek , kendimden geçmek öyle güzel ki. Birbirimizin varlığından haberdar olmadığımız zamanlardan sonra, en güzel hediye idi beklemediğim anda gelmen. Ve seni sadece can bağı oldugu için değil daha başka bir çok sebepten sevmem. İşte bu mutluluk yaşayanın hissedeceği bir  hal ve çok daha fazlası... Artık her sabah güneşin sanki senin için, benim ...

Çocukluğumdan ...

Anlatmak, karşındakinin anladığı kadardır ve beni okuyan sen , beni tanıdığın için anlarsın. Anlamasan da belki de okudukça tanırsın. Derler ya bazı şeyler anlatılmaz, yaşanır. Yaşadığım güzelliklerden bir demet paylaşmak istedim sizlerle. Mutluluk,  yoklukta, varlığı öğrenmekti benim için. Fakir denmeyecek kadar varlıklı, zengin denmeyecek kadar yoklukların içinde büyüyen çocuklar bilir, bu bahsettiğimi şeyi. Fakirlikle, yoksulluğun aynı şey olmadığını yoksulluğun yüreğindeki eksikler, yeri doldurulamayacak güzellikler olduğunu yoksun olanlar bilir! Fakir ama mutlu olan bir çok insan gösterebilirim size ama yoksun olupta, mutlu olan yoktur. Şöyle anlatayım, her bayram baştan ayağa yeni kıyafetler almak zenginliktir belki ama asla mutluluk değildir. Çocukluğuma dair bayram anılarım tazeliğini koruyor gönlümde. Heyecanla namaza giden babamızın yollarına takılıp giden bakışlarımız. Gelişini bekleyen sabırsız çocukça yüreklerimiz... Ellerini öperken vereceği harçlığın yanında h...

Tutunduğumuz Şeyler...

Öyle anlar var ki yılların tecrübesine bedel diye düşündüren... Öyle haller var ki yaşamasan yarım kalacağını hissettiren... Nasip denen şeyi, yaşadım bir kez daha... Ne zamandır gözüme çarpan, bir çok öğrencime hediye ettiğim halde okumak nasip olmayan bir kitap vardı. KÜÇÜK PRENS " Antoine de Saint- Exupéry. Onu okudum dün akşam... Buda öyle küçük bir el kitabı işte, daha önce okusaydım keşke dedirten... İnsana bir çok kişisel gelişim kitabının vermediği mesajlar veren.. "Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir" işte bu paragrafı okuduğumda kendimi yargıladım, okumadığın bir kitabı başkalarına hediye etmek hiç hoş bir davranış değildi. Çok kızdım kendime, görünüşüne aldandığım ve okumadığım  için kızdım!.. Sahi insan ilişkileri de öyle degilmi, ön yargılarla kaçırdığımız kim bilir kaç yürek vardır... Bazı arkadaşlıklar, uzun uzun yıllarını alır, bazı dostluklar yürekten olur ve ...

Ahh Vedalar...

"Sana son sözüm! Ben artık yokum. Sana ait olan bu yerde değil yalnızca. Hiç bir yerde ve yerinde yokum... Ben artık yokum." Ne büyük bir iddia, v arlık ve yokluk kişinin tercihine bağlı değil oysa!... Olduğumuz bir yürekten istesek gidebileceğimizi mi sanıyoruz?... Kaç duadayız nerden biliyoruz! Verilen bir nimet bu oysa, nankörlük ediyoruz... Gitmek isteyip gidemediğimiz ,kalmak isteyip kalmadığımız ne çok yer var. İşte tam olarak bunu idrak edememek bizim meselemiz, derdimiz... Bazı şeylerin varlığı ile bazı şeylerin yokluğuyla sınanıyoruz. "Bu kadar seviyor olsam da tahammül edeceğim bir şey değil. Kendimi ziyan etmem, ettirmem!"... d emek ne kolay!! Ne kadar ziyan olduğumuz nokta var, konu nefsimiz olunca. Uçurumun kenarındaki sözler bunlar. Muhatabını kör bıçakla kesmeye çalışmak. Ustaca sevdiğini söyleyenlerin, ustaca vedaları. Ziyan olan aslında arkada bıraktıkları... Gönlünden çok uzun zaman önce düşen yaprağı, ayak ucuyla ezme çabası... Bir rü...

Uzun uzun yollar önceydi...

Uzun yıllar önceydi demek belki de yeterli olmaz yazmaya başlamak için... Yolu yarılamış birinin uzun yılları yoktur ,uzun uzun yolları vardır... Uzun uzun yollar önceydi, annesine, babasına göre şirin bir kız çocuğu olan, güzel olan hatıraları unutmamak için sürekli tekrar eden ve güzellikler biriktirmenin hayatını güzelleştireceğine inanan bir kız çocuğu!.. Eskilerin ahh o eski zamanlar dediği devrin son mahsulü belki de ... 70 'lerin sancısından,  80'lerin darbesinden uzak... 90 ların naifliği ve umudu ile büyümüş, büyütülmüş belki de uyutulmuş, bir kız çocuğu!.. Küçük yerlerin, büyük yürekleri tarafından korunmuş, kollanmış... İnsanların birbirine zarar vereceğini sadece hikaye olarak dinlemiş,  hayal aleminin en büyük beyaz atlı kahramanı babası olan... Annesinin katı kurallarına dünden teslim olmuş, anneannesinin merhametli ellerinde büyümüş bir kız çocuğu... Anneannesinin saçlarını tararken anlattığı hikayeler sanki zihnine tarakla birlikte usul usul kazınmış.....

Muhabbetimizde ,müebbet olanlar çok olsun...

"İnsanın ruhundaki düğümleri çözmeden dilindeki düğümleri çözmeye imkan yoktur" diye bir söz okudum ve muhabbetimle başladım yazmaya... Düğüm çözmenin en güzel yolu muhabbet  etmektir herhalde ... İnsan muhabbet duyduğu insana gösterir , boğazına düğümleri, içine attığı dertleri ve her şeyi... İçimize atarız da, içimizden atamayız çoğu şeyi... Ne bilmektir, ne görmek, ne de duymaktır... Hissetmektir yüreğinde olan biteni ve hissettirmektir... Muhabbet gönülden gönüle kurulan bir yol bence... Klavuzu samimiyet olan, İnişli çıkışlı, incecik bir yol , sabırla ve hoş görüyle alınan... Hoş gördüğünde başlayacak bir mektup bazen, hoş bulduğunda dökülecek kelâmdır dilinden... Bazen kafiyeleri uymayan uzunca bir şiir ... Bir ezgi, bir naat, bir yanık türkü bazen... Muhabbet yüreğe düşen bir eşk, filiz, toprağa düşmüş bir tohum... Rahmetin yağmasını bekleyen bir  başak, yedi veren danelere gebe... Hava gibi, su gibi ,aş gibi , Sevda gibi, aşk gibi muhabbet de ihtiyacı va...

"ALLAH inananlarla beraberdir."Enfal 19.Ayet

Biraz kendimden bahsedeyim sana diye düşündüm... Belkide hayatımda beni benden iyi tanıyan biri varsa o da sensin! Öyle geliyor yüreğime,  beni benden iyi bilen, beni benden daha çok seven, düşünen. İnsan kendini aynaya baktıkça görüyor ama sevdiği yüreğinin sahibi olan, muhabbetinde huzur bulduğu kişiler her daim, baktığında görür ve hisseder. Evet ben ah ben! Kendi söküğünü dikemeyen terzi... Gel - gitlerin ev sahibi... Yolunu kaybetme korkusu yaşayan bir kör misali... Ruh hali, kalabalıklar içindeki karanlık, karanlıkta ki yalnızlık. Zaman zaman yalnızlığımda ki gel gitlere rağmen, kendi yarama merhem bulamaya çalışan ben. Şifalı ellerine teslim olmak son çarem... Öyle bir hüzün çöküyor ki içime aniden anlatması zor... Bütün dünyanın acılarını hissediyorum, her atışında kalbimde... Elimi atmasam da kalbime hissediyorum sıcaklığını, bir hüzün ülkesi, kimi zaman aç kalmış Afrikalı bir çocuğun sesi... Sonra göz göze geldiğim mendil satan Suriyeli kızın bakışındaki sorgu, nede...